Geçtiğimiz haftalarda ulusal basın ve sosyal medyada bir konu gündemi ziyadesiyle meşgul etti. Adana’da yol kenarlarında İngiltere menşeili ve ülkemizde satışı olmayan yiyecek ve içeceklerin ambalajları bulundu. Bu görüntüler hızlı bir şekilde yayıldı ve izleyen kişilerin tepki göstermesine sebep oldu. Akıllara ise şu soruyu getirdi: Ülkemiz Avrupa’nın çöplüğü mü?
Avrupa başta olmak üzere birçok yabancı ülkeden çeşitli türlerde geri dönüştürülebilir atık yıllardır ülkemize gümrüklerimizden giriş yapıyor. Elbette bu durum belirli şartlar altında ve belirli kontroller ile gerçekleşiyor. Ülkemize giren atıklar, atığı yurtdışından temin eden firmalarca geri kazanım işlemine tabi tutularak başta plastik granül olmak üzere atığın türüne ve niteliğine bağlı olarak çeşitli hammaddeler olarak tekrar iç ve dış piyasaya sürülüyor. Peki, döngü bu şekilde işliyorsa biz sokaklarda o atıkları neden gördük?
Yıllar boyu yurtdışından gelen atıklar bedelsiz hatta kimi zaman üzerine para alınarak ülkemize alındı. Geri dönüşümünü sağlayarak atığa katma değer katan ve hammaddesini bedelsiz alarak ürününü yüksek fiyatlara satan firmalar için adeta bir altın yumurtlayan tavuktu bu durum. Atığı ülkemize gönderen firma bunu tabii ki bilmezliğinden dolayı ücretsiz veya üstüne para ödeyerek vermiyor, geri dönüştürülebilir atıklarla beraber gerçekten hiçbir verimliliği olmayan atıkları da elden çıkarabilmek için bunu yapıyordu. Dönem şartlarında denetim ve yönetmeliklerin yetersizliği ile biz yıllar boyu çeşitli ülkelerin geri kazanılabilir atıkları ile beraber çöplerini de almış olduk.
Durumun artık bu şekilde ilerlemeyeceği ayyuka çıktıktan sonra ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı konu ile ilgili denetim ve kanunları sıklaştırarak ülkemize giren atıkların gerçekten kaliteli olması konusunda hassas bir şekilde denetimler başlattı. Ülkemize giren atıkların kalitesini arttırdık ancak yine de bu durum kendi içimizdeki sıkıntımızı çözmeye yeterli olmadı. Atıkları getiren firmalar sistemlerini düzenli çalıştıramadığı için ya da kendi içimizdeki ihale süreçlerini tam anlamıyla yönetemediği için gelen atıkların çok küçük bir kısmı geri dönüştürüldü, kalan kısım ise ya boş arazilere gömüldü ya da yakıldı.
Ülkemizde her yılbaşı itibari ile bakanlıkça yetkilendirilmiş atık geri kazanım firmaları isteğe bağlı olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan “Atık İthalatçısı Belgesi” alabiliyor. Tabii bunu almak için belirli şartları sağlamaları ve bir ücret ödemeleri gerekiyor. Geçtiğimiz yıla kadar firma, kapasitesinin yüzde sekseni kadar atık getirme yetkisine sahip iken 2021 yılında bu oran yüzde elli olarak değiştirildi. Tüm bunlara rağmen ülkemize giren atıkların hala daha tamamen geri kazanıma gitmiyor oluşu ise biz çevre mühendislerini şaşırtan bir durum.
Bu yıl Adana’da yaşanan olaylardan sonra 18 Mayıs tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bir tebliğ yayımlayarak atık ithalatı konusunda, polietilenden üretilmiş plastik ürünlerin ülkeye girişini yasakladı. Ancak bunun dışındaki plastik atıkların ithalatı ile ilgili bir işlem yapılmadı. Burada alınan karar kimi çevrelerden olumlu dönüşler alırken ithalatçı firmalardan sert tepkiler yağdı. Geri kazanım işini layıkıyla yapmak için milyonlarca liralık yatırımlar yapan firmalar bir anda elleri kolları bağlanmış bir şekilde ortada kaldı. Böyle bir karar alınırken bu firmalar göz önünde bulundurulmadı ve bir anda alınan kararla zor durumda bırakıldı.
Sözün özü biz Avrupa’nın altın niteliğinde atıklarını gerçekten sıkı denetimlerle ülkemize alabilecek ve başarılı bir şekilde geri kazanarak tekrar hammadde olarak piyasaya verebilecek altyapı ve donanıma sahibiz. Avrupa’nın çöplüğü olmamız eğer “çöp” kaliteli ise bizim için olumsuz değil olumlu bir durum. Ancak dediğim gibi burada önemli olan işin gerçekten hakkıyla yapılması. Eğer biz bu işi de birçok işimiz gibi sadece daha fazla para kazanma hırsıyla kaçak göçek yürütürsek ülkemizi çöplük olmaktan kurtaramayız. Adana’da gördüğümüz görüntüleri dört bir yanda görür, iki gün tepki gösterir üçüncü gün bu duruma alışırız. Olumsuz durumlara alışmak da bizim yavaş yavaş sonumuzu getirir. Ne diyelim, biz sonumuzu değil, ülkemizin parlak geleceğini görmek istiyoruz.