Yıl 1972, İsviçre’nin Stocholm kentinde Birleşmiş Milletler belki o zaman bunun yeteri kadar bilincinde olmadıkları çok önemli bir konu üzerinde toplanmıştı. Toplantı günümüzde “Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı” olarak bilinmektedir. Sosyal yapıları, ekonomik yapıları, kültürel yapıları ve gelişmişlik düzeyleri farklı olan birçok ülke, “çevre” konusunda ilk defa bir araya gelmiş ve konferans sonunda, BM İnsan Çevresi Bildirisi kabul edilmişti. Bunun yanı sıra 5-16 Haziran tarihlerinde yapılmış olan bu konferansın başlangıç gününün her yıl “Dünya Çevre Günü” olarak kutlanmasına karar verildi. Bu tarihten itibaren her yıl 5 Haziran tarihinde çeşitli etkinlikler düzenlenerek hem çevre konusuna bizlere bir hatırlatma yapmakta hem de elimizde olan ancak kıymetini yeterince bilmediğimiz çevrenin önemini bizlere hatırlatmaktadır.
Anayasamızın 56’ıncı maddesi “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” şeklindedir. Bu madde bizlere hem bir hak tanımakta hem de bir görev vermektedir.
Günümüzde insanların en çok kaybettiği şeylerden birisi saygıdır. Özellikle doğaya olan saygımızdan artık eser yok dersem yanılmış olmam sanırım. İnsan sürekli gördüğü şeylere karşı bir süre sonra körlük yaşamaya başlar, onun orada olduğunu fark etmez, o şey artık dikkatini çekmez. Yolda giderken şöyle bir etrafınıza bakın, yollarda, parklarda, bahçelerde, sahil kıyısında, denizde hatta kimi zaman havada uçan şekilde bizlerin bıraktığı çöplerimizi görmemiz mümkün. Bu artık bizler için o kadar olağan bir durumdur ki baktığımız zaman onun orada olması dikkatimizi çekmez. Gözümüz gördüğü halde oluşan bu körlük geri dönülmesi zor bir uçuruma doğru bizleri sürüklemektedir.
Dışarıda tükettiği malzemenin ambalajını bir çöp kutusuna ulaşana kadar elinde taşıyan insan görmek bizleri mutlu eden bir şey haline geldi. Aslında bu övünç duyulacak bir şey değil, olması gerekendir. Yukarıda bahsettiğim gibi anayasamız çevreyi korumayı, kirlenmesini önlemeyi bize ödev tanımlamıştır. Ancak maalesef çevreye olan saygımızı kaybettiğimiz için anayasamızı bile görmezden geliyoruz.
Elimizde başka bir gezegen yok. Onu koruyup kollamak, sahip çıkmaktan başka bir alternatifimiz de yok. Tam kapanma dönemlerinde doğanın biz olmadan ne kadar temiz, ne kadar güzel olduğunu bir kez daha gördük. Hava kirliliği oranı evlerde bulunduğumuz günlerde ciddi oranlarda azaldı. Şunu unutmamakta fayda var, doğa hayatta kalmak için bize muhtaç değil ancak biz hayatta kalmak için doğaya muhtaç durumdayız.
Yapmamız gereken şey her birimizin orman yetiştirmesi değil, yetişmiş ormanlara saygılı olması, yolda giderken gördüğü bir ağaca zarar vermeden yoluna devam etmesi, elindeki çöpü yerlere değil çöp kutusuna atması, bir piknikten dönerken kalktığı yeri temiz bırakması. Alabileceğimiz önlemler bireysel bazda bu kadar basitken biz kıymet bilmez bir şekilde davranmaktan vazgeçelim. Bir Kızılderili sözü şunu söyler: Doğa bize dedelerimizden kalan bir miras değil torunlarımıza bırakacağımız bir emanettir. Doğamıza sahip çıkalım, çevremizi koruyalım, kollayalım. Çevremize karşı saygılı olalım. 5 Haziran Dünya Çevre Günümüz kutlu olsun.