Ülkemiz bir felaketi atlatamadan bir yenisine düşüyor. Seller, yangınlar, kuraklık, müsilaj derken artık ne yapacağımızı şaşırır hale geldik.
Son 20 yıla şöyle dönüp bir baktığımızda sadece ülkemizde değil, dünya çapında olaysız bir zaman dilimi görmek pek mümkün değil. Bu zamana kadar bunlar yaşanmıyor muydu? Tabii ki yaşanıyordu. Ancak bu kadar sık ve etkili felaketler görmüyorduk.
Hayatımızda çok uzun zamandır olan ama son zamanlarda artık hemen hemen her gün olan bir terim var: “Küresel ısınma”. Peki, nedir bu küresel ısınma? Neden bu kadar çok duyuyoruz? Gelin bir göz atalım.
Küresel ısınmanın tanımına basitçe bakacak olursak, başta karbondioksit, metan gazı gibi sera gazı adını verilen ısıyı tutan gazların atmosferde artarak, Dünya üzerinde yıl boyu ölçülen ortalama sıcaklığın yükselmesi olayıdır. Küresel ısınmanın nedenlerinin başında fosil yakıtların yani petrol, doğalgaz veya kömür türevlerinin kullanımının artması, ormansızlaşma, plansız sanayileşme, plansız kentleşme sayılabilir.
Tüm bunların artması ile küresel ısınma yani iklim değişikliği gerçekleşir. İklim değişikliğinin sonucunda ise karşılaşacaklarımız şunlar olacak: Biyolojik çeşitlilikte azalma, mevsim normallerinin üzerinde veya altında seyreden havalar. Buzulların erimesi, deniz seviyelerinin değişmesi. Kuruyan hava sonucu yanmaya daha müsait ormanlar. Isınan ve kirlenen denizlerde hızlıca çoğalan fitoplanktonların salgısı olan müsilaj. Bir tarafta yağmur nedir unutan verimli tarım arazilerinin kuruması sonucu mahsüllerin yok olması, diğer tarafta anormal derece yağan yağmurların oluşturduğu sel felaketleri.
İşin özü küresel ısınma bize hiçbir şekilde olumlu bir şey getirmiyor. Aksine tüm felaketlerin önünde lokomotif oluyor. Küresel ısınmayı önlemek insanların elinde ama insanoğlu para kazanmayı yaşamaktan daha fazla sevdiği için kimse bunu umursamıyor.
Uzmanlar çıkıp küresel ısınmanın önlenmesi için neler yapılabilir anlatırken yemek yarışması izlemek bize daha cazip geliyor. Şehirlerdeki yeşil alanları arttırmak yerine alışveriş merkezlerini arttırmak “büyük” insanlara daha cazip geliyor.
Dere yataklarını, ormanları, insanlar dışındaki diğer canlıların yaşam alanlarını katlederek buralara yerleşim yerleri yaptıkça biz daha çok felaket görürüz. Fosil yakıt tüketimini azaltmak için çalışmalar yapılacağına, petrol zengini ülkelere sömürgeler uygulamanın, savaş başlatmanın uzun vadede kendi boğazımızı sıkmak olduğunu bilmiyorum ne zaman fark edeceğiz.
Kyoto Protokolü, Paris Anlaşması, Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi iklim değişikliği ile mücadele eden uluslararası anlaşmalar imzalanıyor, yeni adımlar konuşuluyor. Bunlar güzel gelişmeler. Ama hepsinden önce tüm insanlar olarak kendi vicdanımızı karşımıza alıp onunla bir anlaşma yapmak zorundayız.