Ramazan bayramını geride bıraktık.
Bugünler de depremin gölgesinde geçti.
Depremde çocuğunu, eşini, ailesini, annesini, babasını kaybedenlerin ilk bayramıydı bu.
Biz yine başka dertleri düşünürken, kendi hayatlarımıza dönmüşken mezarlık ziyaretlerinde çocuklarına koşan anneleri gördük.
Bu acıları ne dindirebilir diye sordular, haklıydılar.
Sosyal medya diye bir gerçek hayatımızda olmasa bu gerçekleri daha çabuk unutacak, orada hâlâ çok fazla ihtiyaç olduğunu, desteğe ihtiyaç olduğunu unutacak ya da bazı şeylerden hiç haberdar olmayacağız belki de.
Bu noktada gerçekler bu denli açık gözümüzün önündeyken deprem bölgesini
**
Bu bayramda da karşımıza çıkan bir diğer görüntü yine tüm turistik bölgeler ve açık alanların çeşitli milletlerden insanlar, sığınmacılar tarafından gasp edilmiş olmasıydı.
Hakikaten bunları yazarken kendimi garip hissediyorum.
Bir millete, insanlara düşmanlığımız yok ama ülkenin geldiği son noktada kimsenin hümanistlik yapacak hali kalmadı.
İstanbul’da en şanslı olanlar tatili uzakta, ailesinin yanında ya da tatil beldesinde geçirebilenlerdir herhalde.
İnsanların çocuklarını oynatabileceği, güvenle bırakabileceği parklar, sahiller artık yok.
İstanbul’da görmediğim turistik bir yer var, bayram tatilini öyle değerlendireyim deseniz aynı insan yığını ve güvensizlik hissiyle muhtemelen doğru düzgün gezinizi de yapamayıp erkenden kendinizi boş bir yerlere ya da evinize atmaya çalışırsınız.
Bugünümüzü ve geleceğimizi çok büyük oranda tehdit eden ve farklı boyutlara ulaşabilecek bir sorun bu.
Sorun olmasının dışında çok çok üzücü. İnsanların kendi ülkesinde sahile, çarşıya, pazara, sokaklara rahatça çıkamaması orada o var burada bu var diyerek kendini sakınması…
Sanki bu ülkede biz fazlayız.