Çocuklarımıza iyi olan ne varsa vermeye çalışıyoruz, iyi yemek yesinler, iyi uyusunlar, iyi giyinsinler, iyi okullarda okusunlar, farklı kurslara yazılsınlar… Yani kısacası herkes evladı için dünyada ne güzellik varsa ondan faydalansın mahrum kalmasın istiyor.
Ama maalesef her çocuk aynı imkânlara sahip olarak dünyaya gelmiyor. Maddi manevi yoksunluk içerisinde doğan çocuklarda, maddi manevi yoksunluğun ne olduğunu hayatları boyunca idrak edemeyen çocuklarda ailelerini kendileri seçemiyor. Çocuk hangi evde doğacağını bilmeden hayata gözelerini açıyor. Ailesinin ona sunduğu imkânlar doğrultusunda gelişiyor, öğreniyor, büyüyor… Aile ne veriyorsa çocuk ona göre şekil alıyor. Hani aslında bu hayatta konulduğu kabın şeklini alan sadece sıvılar değil. Bence aslında aile çocuğun kabı, çocuk ailenin şeklini alan masum bir varlık. Her şeyden habersiz, ne verilirse onu alan, onu gören, onunla yatıp onunla kalkan o çocuk ömrü boyunca gördüklerinin, zihninde yer alan resimlerin çerçevesi içerisinde dolaşıyor.
Şimdi diyeceksiniz ki neden bu yazıyı yazıyorsun? Nereye bağlayacaksın olayı? Neden yazıyorum çünkü okullar açıldı ve ailelerin şeklini alan o masum varlıklar sınıfları doldurdu. Kimi 3 yaşında kimi 17 yaşında. Ama hepsi çocuk, hepsinin şekil vereni ailesi.
Şöyle bir hafızalarınız yoklamanızı istiyorum, çocukken okula gittiğinizde arkadaşlarınız sizin farklılıklarınızı görmezden gelir miydi? Yoksa sizin kalbinizi acıtan o farklılığınız onların dilinde alay konusu mu olurdu? Ben söyleyeyim birçoğu alay konusu olurdu. Görmezden gelen çocuk sayısı bir parmak sayısını geçmezdi. Sınıfımızda bir arkadaşımız vardı bizim mesela adını dahi hatırlarım. İlkokul 1… Saçının ön kısmında doğuştan renk farklılığı vardı. Siyah olan saçlarının ün kısmını sarı rengi süslüyordu. Kavanoz kapağı kadar bir alanda sarı kalmış bir saç. Gerçi şuan insanlar bile isteğe saçlarına röfle yaptırıp farklı renklere boyuyor ama işte o zamanlar farklıydı, kimsede yoktu, değişikti. Ve büyün çocuklar o çocukla dalga geçip her gün bıkmadan usanmadan, “Ne oldu annen yumurtayı yanlışlıkla kafana mı kırdı” diye sorup kahkahalar atardı. Bu durum o çocuğun derslerindeki başarısını bile etkilemişti. Saçını çoğu zaman sıfıra vuruyordu, kimse onu yargılamasın, kimse onunla dalga geçmesin, arkadaşları tarafından kabul görsün diye.
Dalga geçen çocukların suçu değildi, onun farklılığını dalga konusu yapmak. Tamamen ailelerinin bilinçsizliği, ailelerinin farklılıklara karşı olan tutumlarıydı. Oysa 5 dakika oturup çocuklarına şişman olmanın, zayıf olmanın, yüzünde beni olmanın, saçın farklı renkte olmasının, yırtık ayakkabı giymenin, 3 yıl aynı sırt çantasını takmış olmanın, çorap ucunun delik olmasının, boyunun kısa ya da uzun olmasının dalga geçilecek şeyler olmadığını anlatsaydı hiç biri yaşanmazdı.
Çocuklarımız için iyilikleri güzellikleri isterken, onları topluma da hazırlamayı başarsaydık bugün hiçbir okulun hiçbir sınıfında masum bir kalp başka bir kalp tarafından kırılmaz, hayatı boyunca kapatamayacağı yaralar açılmaz. Kendi çocuğunuz için istediğiniz iyilikleri sadece istemekle kalmayın. Çocuklar söyleneni değil, yapılanı örnek alırlar. Kimsenin farlılıklarıyla, yokluklarıyla dalga geçmeyin ki çocuklarınız da başka bir çocuğun farklılıklarıyla dalga geçmesin… Önce kendinizi eğitin. Eğitim okulda değil önce ailede başlıyor.