Mevsim bahar olunca cıvıl cıvıl olan her şeye rağmen içindeki çocuğa sığınmak istiyor bazen insan. Herkesten her şeyden uzak sadece içindeki çocuğun saçını okşamak, ona sevdiği kurabiyeleri pişirmek, alınmayan oyuncakları almak, gösterilmeyen sevgiyi şefkati göstermek istiyor.
Hepimizin kalbinde küçük kuytu köşeleri vardır, kimsenin giremediği, girenin asla çıkamadığı. İşte o kuytu, içindeki çocuğun sığınağıdır, öyle herkes çat kapı gelemez. Kapısının ne zili vardır ne de tokmağı. En büyük sevinçler de orada saklanır, en büyük acılarda. Hem duvarları pembedir hem de kapkara. İki mevsim aynı anda yaşanır orada. Hem kar yağar, hem uçsuz bucaksız papatya tarlaları rüzgarda nazlı nazlı sallanır. Bazen bir sığırcık kuşu gelir, bazen bir leylek… Ama orada hep serçe baki kalır, hiç gitmez. Ne soğuktan usanır ne de sıcaktın. Halinden şikayetçi olmaz hiç, üç beş buğday tanesi ile mutlu olur, yuva kurar, çoğalır, en güzel şarkılarını söyler…
Bazen bir kelebek konar. Rengarenk kelebek kanatlarında umut taşır. Her şeye rağmen ayağı kaldıran, herkese rağmen dik tutan o umutları. Bazen yağmur inceden yağar, bazen bardaktan boşalırcasına. Şemsiyesiz kalır o kuytu, ıslanır, üşür… Tüm güzelliğin ve çirkinliğinle var olduğun o kuytuda sakladığın içindeki çocuktan başkası değildir aslında. Her düştüğünde sarıldığın… Bu yüzdendir ki aslında insanoğlunun en güzel sanatıdır içindeki çocuğa sarılma sanatı.
Kimisi büyütür içindeki o çocuğu kimisi büyütemez ve hatta saçlarını dahi toplayamaz. Hep dağınıktır saçları, kestirmez tırnaklarını, kabuk bağlamasına izin vermez dizlerindeki yaralarının, değiştirmek istemez çamura bulanan kıyafetlerini… Öyle kalsın ister, olduğu gibi, geldiği gibi, alıştığı gibi…
İçindeki çocuğu büyütmek öyle bir çocuğu büyütmeye falan da benzemez üstelik. Ağlaması ne açlıktandır, ne altının kirli olmasından ne istediği oyuncağın alınmayışından, ne de dinmeyen gaz sancısından. Ağlayışı hep kendindendir, hep kendinedir susmayışları. Dışarıya ağlayamayışındandır pembe duvarları gözyaşlarıyla ıslatışı… Sessizliğindedir içine içine bağırışı, dışardaki çocuğa kızamayışındandır hep içindekine kızışı. Günah keçisi de odur, sevap heybesi de…
En karanlık gecelerden, en aydınlık sabahlara ulaştığında bile içindeki çocuğu terk edemeyenler işte onlar o çocuğu asla büyütemeyecek olanlardır. İçimizde ki çocuğa sarılalım o halde, belki yeni lego almıştır birkaç tur oynarız, ya da çamurdan yemek yaparız, çelik çomak oynarız, pişi yeriz, La Fontaine Masalları okuruz, perili köşklerde dolaşıp, karganın ağzından peynirin düşmesini bekleriz kim bilir…