Son günlerde, ülke gündeminden biraz uzaklaşmak, biraz olsun kafayı boşaltmak, artan hayat pahalılığı, düşen alım gücü derken yoğun bir şekilde insanı daraltan gündemden kaçmak için Dünya Kupası’na sarılıyorum.
4 yılda bir düzenlenen ve modern dünyanın en eski geleneklerinden olan Dünya Kupası, içerisinde birçok hikaye barındırıyor. Hiç şüphesiz ki bu hikayelere anlık şahit olmak, gerçekten özel bir durum.
Keşke ülke olarak orada olsaydık da biz de kendi hikayemizi yazsaydık diye düşünmüyor değiliz ama bu kupayı da evden izlemek kısmetmiş bizim takımımıza diyoruz.
Dünya Kupası’yla alakalı bir yazı daha kaleme almayı planlamıyordum açıkçası ancak önceki gün bir karşılaşmada şahit olduğum bir performans, bir kurumun içinin nasıl boşaldığının kanıtı oldu.
Performans dediğimde aklınıza futbolcu geldiyse, sakın öyle düşünmeyin. Önceki gün oynanan Portekiz-Uruguay maçının spikerinden bahsetmek istiyorum.
Biz İletişim Fakültesi’nde eğitim alırken, TRT okul olarak görülürdü. TRT’de çalışmış meslek büyüklerimiz bizlere gelir, tecrübelerini aktarırken, TRT’de aldıkları eğitimin ne denli önemli olduğundan söz ederlerdi.
Hatta haber sunuculuğu ve spor spikerliği konusunda çıtayı TRT belirlerdi. Sonuçta devletin televizyonuydu ve her şey devlet disipliniyle işlerdi. Şu an başka kurumlara giden çoğu iyi spor spikeri de TRT’den yetişmişti ve bunca yıldır kulaklarımızda büyük heyecanların sesleri olurlardı.
Ancak şu Dünya Kupası’nda bazı maçlardaki futbol kalitesinin düşüklüğünden daha fazla rahatsız edici olan şey ise bir okul olan TRT’de maç anlatan spikerlerin performansı olsa gerek.
Hele ki bu durum Portekiz-Uruguay maçıyla zirveye çıktı. Aynı futbolcuya söylenen farklı isimler mi dersiniz, farklı futbolculara söylenen aynı isimler mi dersiniz, ağlayarak sahadan çıkan futbolcuya devam edecek gibi dediğini mi dersiniz, neler oldu neler.
Şimdi bunca dert arasında, Semih bu mesele mi diyecek olursanız evet mesele. Neden derseniz, bir devlet kurumun kültüründen nasıl uzaklaştığının en büyük göstergelerinden biri oldu. TRT bir devlet kurumudur ve dediğim gibi bu kurumun kültürü vardır. TRT yine yazımın başlarında bahsettiğim gibi bir okuldur ve bu okulda boy göstermek öyle her babayiğidin harcı değildir.
Açık konuşayım, ben sitede haber yazarken yine değiştirilebilir diye bazen aceleyle hata yaptığımda dert etmiyorum, fark ettiğim anda düzeltebilirim çünkü. Bununla beraber eğer gazetede baskı sonrasında bir ifade hatası yaptıysam cidden dertleniyorum ve üzülüyorum çünkü işime saygı duyuyorum. Şimdi bunca yıldır Türk televizyonu denilince akla gelen kurum olan ve bir okul gibi yüzlerce isim yetiştiren TRT’de yaşananları görünce cidden meslek adına üzülüyorum. Mesela maç anlatılırken, belki de yarım saatte bir maç anlatan spikere çıkacak yeni dizilerin reklamını yaptırmak da kurum yöneticilerinin aldığı başka hatalı karar olsa gerek. Ne diyeyim, bugün de bu konu üzerinden sizlerle dertleşmek aklımda olanları anlatmak istedim. Kurumda işini iyi yapan, işinin hakkını fazlasıyla teslim eden isimleri tenzih ederek, TRT’nin eski bildiğimiz kalite seviyesine bir an önce çıkmasını umuyorum diyerek yazımı sonlandırıyorum.