Temelleri MÖ 8. yüzyılda Olimpiya'da gerçekleştirilen antik oyunlara dayanan, Pierre de Coubertin'in 1896 yılında, Uluslararası Olimpiyat Komitesini (kısaca IOC) kurmasıyla modern oyunların başladığı büyük gelenek, bir yıl gecikmeli de olsa başladı.
Olimpiyat, spor organizasyonlarının (Futbol hariç) zirvesidir. Yani bir sporcu için erişebileceği en üst düzey olimpiyatlara katılabilmektir. Dünyanın her ülkesinden gelen, dünyanın en elit sporcuları adını sporun unutulmazları arasına yazdırmak için amansız bir mücadele içerisine girerler ve bunu da yaparken centilmenliği, olimpik ruhu da bir kenara koymazlar.
Bu arenaya adım atmak başlı başına başarıyken; bir de madalya alabilmeniz, ülkenizin bayrağını göndere çekebilmeniz, ülkenizin marşını okutabilmeniz herhalde tarifi olmayan duygulardan biridir.
Geçtiğimiz Cuma günü resmi açılışı yapıldıktan sonra başlayan oyunları ilgiyle takip ediyorum. Takip ederken de özellikle milli sporcularımızın müsabakalarını kaçırmamaya özen gösteriyorum. Büyük bir adanmışlıkla bir olimpiyattan diğer olimpiyata hazırlanan sporcularımızın o sahnede yer almak için verdikleri emekleri tahmin edebiliyorum ve bu alanda özveriyle mücadelelerine şahit olmak da beni ayrıca gururlandırıyor.
18 branşta 108 sporcuyla katıldık olimpiyatlara ve tarihimizde ilk defa madalya almayı umduğumuz artistik jimnastik branşında 4 sporcumuzla 7 finalde mücadele etmeye hak kazandık.
Kadın voleybol takımımızın yazdığı tarihi, son olimpiyat şampiyonu Çin’i sahadan sildiğini ve bu hırs, bu özveriyle devam ettikleri sürece olimpiyat madalyasının rüya olmadığını söylemek yanlış olmaz. Ki Türk sporunun aydınlık yüzünün Filenin Sultanları olduğu o kadar büyük bir gerçek olarak önümüzde ki attıkları her adım ve aldıkları her başarıyla göğsümüzü kabartmaya devam ediyorlar.
Bayram sonrasında bir Pazartesi yazısı olarak bambaşka şeylere de değinebilirdim ancak sporun bu zirvesi olan organizasyonda, dünyanın en elit sporcularının büyük bir adanmışlıkla hazırlanarak katıldığı olimpiyatlarda, erken elenen ya da beklentiyi karşılayamayan sporcularımız hakkında sosyal medyada yazılan saçma sapan şeyleri görünce birkaç kelam etmek istedim.
Ülkemizde spor denilince malum büyük bir çoğunluğun aklına futbol geliyor. Ülkede olan tüm spor kanallarının ana gündemi futbol, sadece transfer dönemine özel programlar yapılır, büyük paralar harcanır ve sonunda da kulüpler düzeyinde kendi içimizde ettiğimiz kavga haricinde uluslararası anlamda bir başarı yakalayamadan yolumuza aynı şekilde devam ederiz.
Bu kısır döngü içerisinde olan futbolun, bir de toksik izleyicisi vardır. Artık spor ruhunu unutmuş, tamamen bir taraf olmuş, tamamen fanatizm üzerinden yorum yapan bir kitle. Bu kitle şimdi de olimpiyatta müsabakalarında mağlup olan ya da beklentinin altında kalan sporculara saldırıyor. Türkiye, büyük potansiyeline rağmen hiçbir zaman spor ülkesi olamadı. Belki gelecekte atılacak doğru adımlarla bu sağlanır ancak önce sözde ‘Spor’ izleyicisinin dilini değiştirmesi gerekiyor. Başarılı olana kral, başarısız olana yazıklar olsun muamelesi olmuyor.
Olimpiyatın ruhunda barış ve birliktelik vardır. Spor konuşacaksanız bu sporcularımızın dünyanın en büyük sahnesine kendilerini kanıtlayarak geldiğini unutmayın. 4 yıl boyunca verdikleri büyük mücadele sonunda katılmaları bile olimpiyatta ülkeyi temsil etmeleri bile büyük bir gururken, kaybedene canın sağ olsun demek bu kadar zor olmamalı. Olimpiyat ruhunu anlayarak buna göre yorum yapmak, ülkenin spor ülkesi olabilmesi için yapıcı fikir üretmek gerekirken, biz yıkmayı tercih etmeyelim.
Yazıma son vermeden önce, bölgemizi olimpiyatta temsil edecek Darıcalı Eray Şamdan’a da gönülden başarılar diliyorum. Umarım verdiği emeğin sonu madalya olur.