16 Haziran Pazartesi öğle sonrası… Balat’ın renkli evleri ve Fener’in dar sokaklarından geçerken tarihin her bir taşta, her bir duvar dibinde saklandığını hissediyorsunuz. Hava sıcak ama sakin. İstanbul'un bu çok katmanlı, çok dilli mahallesinde, bugün zamanın ritmi Dimitri Kantemiroğlu’nun izinde ilerliyoruz. İlki yapılan kolokyum için Vlahsaray’a doğru Fatih Camii’nden yürüyerek indim. İki saat süren programda beş değerli akademisyenin bilgilerinden istifade ettik.
Osmanlı Dönemi’nde Eflak ve Boğdan olarak bilinen bugünkü Romanya ve Moldova’nın bulunduğu bölgede yetişmiş önemli bir isim olan Dimitri Kantemiroğlu 15 yaşında geldiği İstanbul’da 22 yıl ikamet etmiştir. 18. yüzyıl Türk musikisinin en önemli bestecilerinden biri olan Kantemiroğlu, Doğu ve Batı kültürlerini sentezlemiş, geliştirdiği nota sistemiyle birçok klasik eseri korumuş ve Türk musikisi makamlarında besteler yapmıştır. İstanbul’da bulunduğu dönemde tarih, felsefe, siyaset ve din alanlarında eserler kaleme almıştır. Rusya’ya gittikten sonra, Osmanlı tarihi üzerine yazdığı Latince eser Avrupa’da büyük yankı uyandırmış, Batı’daki Osmanlı algısını etkileyen Kantemiroğlu, Osmanlı ve Avrupa kültürleri arasında önemli bir köprü kurmuştur. Bugün onun adını taşıyan, Romanya’nın bir kültür kurumu olan merkezlerden biri de İstanbul-Beyoğlu’nda yer almaktadır. Kurum bu hafta başında güzel bir etkinliği ortaklaşa yaparak, Kantemiroğlu’nun hayatı, eserleri, katkılarına dair bilgi sahibi olmamızı sağladı.
İstanbul Dimitrie Cantemir Romen Kültür Merkezi ile Fener Vlahsaray Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı’nın birlikte düzenlediği etkinlik, saat 14.00’te başladı. Etkinliğe ev sahipliği yapan vakıf binası, geçmişin izlerini taşıyan mimarisiyle, sanki Kantemiroğlu’nun zamanından bir parça gibi. Açılış konuşmalarında Laki Vingas, ev sahibi kurumun başkanı olarak bu çok yönlü kültürel buluşmanın önemine değindi. Kantemiroğlu'nun sadece bir tarihçi ya da müzisyen değil, aynı zamanda kültürlerarası bir köprü olduğunun altını çizdi.
Bilimsel sunumlar bölümü ise adeta bir entelektüel yolculuktu. Dr. Mehmet Uğur Ekinci’nin “Kantemiroğlu’nun Türk müzik Geleneğindeki Mirası” adlı sunumuyla başlayan oturumda, Kantemiroğlu’nun Türk müzik geleneği üzerindeki etkileri detaylı şekilde aktarıldı. Özellikle müzik nazariyatı alanındaki katkıları ve bu çalışmaların bugünkü müzikolojideki karşılıkları dikkat çekiciydi. Osmanlı geleneğinde 15. yüzyıldan itibaren musikide çalışmalar başlamış. Kantemiroğlu, müzik alanında eğitimler almış ve bu hususta da bir eser kaleme almış biridir. Ekinci, “Kitabu Ilmi'l Musiki ala vechi'l-Hurufa” adlı kitabından bahsedilen konulara değindi. İkinci bölümünde notaların olduğunu belirtti. Kantemiroğlu’nun bilgileri kendinden sonraki musikiyle iştigal edenlere de faydalı olmuş, 1880lerde basılmış olan Yunan bir teorisyenin kitabında bahsedilene kadar Kantemiroğlu’ndan alıntılarda kendisinde pek bahsedilmemiş. Yaklaşık 1700 civarında yazılmış notaları var imiş.
İkinci konuşmacı İtalya’dan Prof. Dr. Vasileios Syros, “Dimitri Kantemiroğlu’nun Tarih Teorisi ve Erken Modern İmparatorlukların Yükselişi ve Çöküşü Üzerine Söylemler” başlık sunumunda Kantemiroğlu’nun tarih teorisini kültürler arası bir perspektiften değerlendirdi. Kantemiroğlu’nun Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükselişi ve Çöküşü Tarihi adlı eseri, erken modern Avrupa'da imparatorlukların doğuşu ve çöküşü üzerine geliştirilen söylemler çerçevesinde ele aldı. Bu bağlamda René de Lucinge’in Devletlerin Doğuşu, Sürekliliği ve Yıkılışı Üzerine adlı eseri ile Giovanni Botero’nun Devlet Aklı (Ragion di Stato) başlıklı çalışmaları karşılaştırma yaptı. Sunduğu karşılaştırmalı bakış açısı, Kantemiroğlu’nun hem Osmanlı hem Avrupa düşünce dünyasında nasıl konumlandığını anlamamıza yardımcı oldu.
Bulgaristan’dan gelen konuşmacı Doç. Dr. Nadezhda Alexandrova’nın “Dimitri Kantemiroğlu’nun ve Bulgarca Çevirmeni Sofronie Vranchanski’nin Eserlerinde İstanbul İmgesi” adlı sunumunda İstanbul imgesi üzerinden yaptığı analizler ise hem Kantemiroğlu’nu hem Sofronie Vrachanski’yi birer “kent anlatıcısı” olarak yeniden düşünmemizi sağladı. Şehrin çok dilli ve çok kültürlü hafızası, bu anlatılarla yeniden canlandı. Kantemiroğlu’nun Bulgaristan’daki entelektüel mirasına dair son derece özgün bir yönü aydınlatmayı amaçlayan sunumunda Kantemiroğlu’nun St. Petersburg’da çarın en yakın dost çevresinde yer aldığını, 1721–1723 yılları arasındaki Kafkasya ve Azak Denizi seferi öncesinde, Büyük Petro, bu bölgeleri ele geçirme planları doğrultusunda Müslüman halkların gelenek ve inançları üzerine yazılmış basılı bir eser talep etti. Bu istek, Kantemiroğlu’nun uzmanlık alanına giriyordu ve böylece Muhammedi Dinin Sistemi veya Kniga Sistima adlı eser yayınlandı.
Kantemiroğlu bu eserin yayınlanmasından bir yıl sonra vefat etmiş. 1805 yılında Bulgar piskoposu Sofroniy Vrachanski bu eserin bir nüshasını elde etti ve metni Bulgarcaya çevirmek için önemli bir gayret gösterdi. Alexandrova, sunumunda bu iki eserin karşılaştırmasını yaptı.
Romanya’dan gelen Dr. Cătălin Cernătescu’nun “Müzik Yoluyla Kültürlerarası Köprü: Prens Besteci Dimitri Kantemiroğlu” başlıklı sunumunda daha önce yayımlanmamış ya da yeterince incelenmemiş kaynaklara dayanarak, Kantemiroğlu’nun hocası olarak söz ettiği Iakovos Argeios’un Tuna Beylikleri’nin hükümdarlarıyla olan çok yönlü ilişkilerini aydınlatmayı çalıştı. Bu ilişkilerin pedagojik sınırların ötesinde entelektüel etkileşim, kurumsal otorite ve siyasal müzakere alanlarına kadar uzandığını ifade etti. Cernătescu’nun belirttiği üzere Argeios, farklı coğrafi ve siyasi sınırları aşarak Rum Ortodoks eğitiminin şekillenmesinde etkin bir özne olarak ortaya çıkmış ve eğitim verdiği öğrenciler, genellikle siyasal iktidarın en üst kademelerinden gelmiştir. Kantemiroğlu’nun Doğu ve Batı kültürel akımlarını sentezlemesi sadece tesadüfi bir durum olmadığı, her iki dünyayla da bilinçli entelektüel bir etkileşimin olduğunu belirtti.
Son olarak Yunanistan’dan Dr. Vasileios Tsiotras, “Iakovos Argeios ve Tuna Beyliklerinin Hükümdarları: 18. Yüzyıl Başlarında Yayımlanmamış Yazışmalar ve Entelektüel Ağlar” başlıklı sunumu üzerinden Kantemiroğlu dönemindeki entelektüel ağları ortaya koydu. Tuna boyu beyliklerinin yöneticileri arasındaki ilişkiler, kültürel etkileşimin siyasi düzlemdeki izdüşümünü gösterdi. Sunumunda Argeios’un yalnızca Rum Ortodoks entelektüel çevrelerle değil, aynı zamanda dönemin önde gelen Osmanlı Müslüman âlimleriyle de ilişkiler kurduğunu belirtti. Bu ilişkilerin başında, Kantemiroğlu’na Türkçe dersleri vermiş olan Yanyalı Esad Efendi (ö. 1731) gelmektedir. Argeios’un, Esad Efendi’nin Kudüs Patriği Chrysanthos’a hitaben kaleme aldığı bazı mektupları Osmanlı Türkçesinden Yunancaya çevirmiş olması, bu üç isim arasında güvene dayalı, süreklilik arz eden bir ilmî etkileşimin varlığına işaret ettiğini ifade etti.
Kantemiroğlu tarafından kaleme alınan Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükselişi ve Çöküşü Tarihi adlı eserin 17. yüzyıl sonları ile 18. yüzyıl başlarına ait toplumsal ve entelektüel yaşama doğrudan tanıklık eden bir gözlemcinin perspektifini yansıttığını belirtti.
Etkinliğin sonunda gerçekleştirilen soru-cevap bölümünde, katılımcılar sunumlara dair görüşlerini dile getirdi; bazıları Kantemiroğlu’nun bugünkü İstanbul’da nasıl hatırlandığına dair sorular yöneltti. Şeila Çelik’in başarılı moderatörlüğüyle etkinlik hem akademik hem de dostane bir havada sona erdi.
İlki düzenlenen bu kolokyum vesilesi ile 22 yıl (1688–1710) İstanbul’da ikamet eden Kantemiroğlu’nun yüzyıllar öncesinden bugüne uzanan kültürlerarası katkıları, Fener’deki bu buluşmada bir kez daha ete kemiğe büründü. Ve belki de en önemlisi, farklı ülkelerden gelen akademisyenlerin katkılarıyla bugün, İstanbul’da Kantemiroğlu’nun sesi yeniden yankılandı.
Program sonrasında Vlahsaray Kilisesi’nin kalıntılarını da gezmek benim için çok önemli idi. Romanya üzerine araştırmalar yapan biri olarak, İstanbul’daki tarihi anlamı büyük olan eserleri yerinde görmek ve fotoğraflamak ileride yapacağım çalışmalar için de kaynak ve ilham olmaktadır. Programda emeği geçenlere, konuşmacılara, kurumlara teşekkür ve tebrik ediyorum.