Sesimi duyan yok mu? Nasıl da kulağımıza kazındı bu sesleniş değil mi? Tam 24 yıl geçti büyük felaketin üzerinden. Tabii bizim yaşımız yetmez, daha ufacık bebektik. Nasıl hatırlayacağız?
Hatırlamayız tabii ama hepimiz o anların görüntülerini izleyerek büyüdük. Kaç kere kulağımda çınladı bu ses, kaç kere gözümden yaş aktı her izlediğimde inanın hatırlamıyorum. Binlerce vatandaşımız kaldı sorumsuzca yapılan binadan bozma enkazların altında. Binlerce çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek…
Felaket geldiği zaman yaş da ayırmıyor cinsiyette. Çok kişi kaldı enkazların altında hayalleriyle birlikte. Bir kısmı kurtuldu. Bir kısmının ise kurduğu bütün hayaller, bütün anıları 45 saniyede söndü o köhne taş ve toprak yığınlarının arasında.
Tam 24 yıl geçti diyoruz ya hani, o 24 yıl nasıl geçti acaba Asrın Felaketi’ni yaşayanlara. Yakınlarını kaybedip de geride kalanlar gerçekten kurtulmuş muydu acaba? Asrın Felaketi ki ne felaket… Gelmiş geçmiş en büyük deprem olduğu için bu sıfatı kullanıyorlar. En büyük depremde ülkece en büyük acılarımızı yaşadık Marmara’da.
Afet zamanında görüyoruz aslında insanımızı, zor zamanda tanıyoruz herkesi. Merhametin de her türlüsünü görüyoruz afetlerde vicdansızlığın her boyutuna da şahit oluyoruz. Ama ne olursa olsun, ateş düştüğü yeri yaksa da her birimiz canımızı kaybediyoruz…
Tam 24 yıl geçti… Peki biz bu 24 yılda ders aldık mı? Maalesef alınacak çok ders vardı ama biz hep kulağımızı tıkadık söylenenlere. Hep kendi bildiğimizi okuduk. Bina yaparken 3 kuruş para kazanmak için malzemeden çaldık yine. Deniz kumu kullandık evlerde, zemini müsait olmayan yerlere diktik malikanelerimizi. Serçe parmağından daha ince demirler kullandık evleri tutsun diye. Bu evleri yapan kişiler keşke önce serçe parmaklarıyla bir poşeti taşımayı deneselerdi. Belki biraz daha kalın kullanırlardı demirleri. Bir binadan güzel kar elde etmişlerdir. Sahi ya, bir canın bedeli kaç para?
Tek suç bu binaları yapanlarda mı? Tabii ki hayır. Zamanında bu binalar neden denetlenmedi diye de sorulmaz mı? Çürük binalara nasıl sağlam raporları verildi diye sorulmaz mı? Bizim insanımızın hiç mi suçu yok derseniz, o da var. Evim 2 metre daha büyük olsun diye kentsel dönüşümü kabul etmedik. Etseydik belki de böyle olmazdı. Bu hepimizin ayıbı. Bu ülkece bizim ayıbımız…
24 yıl geçti, ama hiç ders almadık. Deprem ülkesiyiz, afetler yakamızı bir türlü bırakmıyor. 1999 Depremi bizi yeterince sarsmıştı ki 2003’te Bingöl yaktı canımızı. Sonra Van, daha sonra Elazığ, sonra İzmir… En son da 6 Şubat. Tam 11 il. Bazı ilçeler neredeyse haritadan silindi. Bütün bu felaketlerde binlerce canımızı kaybettik. Her kurtulanda ailemizden birisi kurtulmuş gibi sevindik. Mesafe ne kadar uzak olursa olsun hayatını her kaybedende, sayı her yükseldiğinde aileleriyle birlikte bizler de ağladık.
Biz çok canımızı kaybettik. Ama hiç ders almadık. Ne kadar yeni olursa olsun binalarımız hala yıkılıyor. Biz hala malzemeden çalmaya devam ediyoruz. Hala kentsel dönüşüm yapılmasın diyoruz. Kentsel dönüşüm yapılsın, evimiz 2 metre küçük olsun, ama o duvarlar bize mezar olmasın… Sevdiklerimizle kurduğumuz hayaller bizimle gömülmesin toprağa…
Bizim artık önlem almamız gerekiyor. Bizim artık enkazları konuşmamamız, yaşadığımız evden korkmamamız gerekiyor. Bakın ben öyle çok bir şeyden korkan bir insan değilim. Ama deprem bölgesinde yaşayan bir kardeşiniz olarak bu felaketten korkuyorum… Ben enkaz altında kalmaktan değil, ölmekten değil, sevdiklerimi kaybetmekten korkuyorum. Tabii ki kader, bunun önüne geçilmez. Ama sadece kader deyip geçemeyiz. Önlem almamız, ne gerekiyorsa yapmamız gerekiyor.
Allah göstermesin, Rabbim bir daha böyle felaketler yaşatmasın ama bu bizim ülkemizin bir gerçeği. Bu gerçeği görmezden gelip kulağımızın üzerine yatamayız. Önümüzde yaklaşan bir İstanbul depremi var. Bu bilimsel bir gerçek. Ama böyle bir durumda sığınacak tek yer bırakmadık kendimize. Her yere bina diktik, her yere alışveriş merkezleri yaptık. Bir İstanbul depreminde halimiz ne olacak?
Bize nefes alacak alanlar da lazım. Bunları yapanlar da var, bu ülke için taş taş üstüne koyandan Allah razı olsun, ona sözümüz yok. Ama önlemlerimizi hızlandırmalıyız.
Sanayi kentindeyiz, Kocaeli’deyiz. Gebze adeta ülkenin can damarı konumunda. Taşı toprağı altın bir memlekette yaşıyoruz. Nüfus her geçen gün artıyor. Ama bu kadar sanayi bize bile fazla. Sanayi bölgeleri doldu taştı. Artık yeni bir fabrika için yerimiz de kalmadı. Peki ya deprem olursa? Büyük bir depremde sanayideki yıkımı hayal edebiliyor musunuz?
Kocaeli sanayisi, ülke ekonomisinin en büyük kaynaklarından birisi. Ama bence artık sanayinin bir kısmının taşınma vakti geldi de geçiyor. İstanbul’a yakınlığımız bizim bu yükü kaldırmamıza engel oluyor. Ama Konya bölgesi bu yükü rahatlıkla sırtlayacaktır. Konya hem çok büyük, hem çok fazla boş alan var hem de olan depremlerin sayısı ve şiddeti az. Gelin sanayimizin bir kısmını o bölgeye taşıyalım…
Marmara Depremi’nin üzerinden 24 yıl geçti. Ama bir sonraki deprem o kadar beklemeyecektir. Hepimiz afetler konusunda bilinçlenelim, elimizi taşın altına koyalım. İmkanı olan herkes arama-kurtarma gönüllüsü olsun. İmkanı olan herkes ilk yardım öğrensin. Hiçbir şey yapamıyorsak kendimiz için bir deprem çantamız mutlaka hazır olsun. İçinde konserve yiyecekler, düdük, ışık, taşınabilir şarj aleti gibi hayat kurtaran şeyler olsun…
Binaların hepsi tek tek kontrol edilsin. Kentsel dönüşümün şart olduğu yerlerde mutlaka dönüşüm yapılsın. Bakın biz çok canımızı kaybettik. Gözlerimizde yaş kalmadı, artık kaybetmeyelim. Herkes elini taşın altına koysun, yoksa taşın altında kalan gövdemiz ve en önemlisi de sevdiklerimiz olur.
Asrın felaketinde ve bütün afetlerde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum. Ateş hepimizin içine düşüyor. Hepimizin içini yakıyor. Taşı, toprağı altın olan memleketimizin altında kalmayalım. Çıkaracağımız çok ders, alacağımız çok önlem var.
Esen kalın…