Geçtiğimiz Cuma günü Elazığ’da yaşanan 6.8’lik deprem hepimizin ortak gündemi oldu. Depremin merkez üssü olan Elazığ ve sarsıntıdan etkilenen Malatya’da can kayıpları yaşanmış, 41 vatandaşımız gözlerini yummuştu.
Deprem sonrasında toplumun her kesiminin yaptığı duyarlı davranış, yardım, konuya gösterdiği hassasiyet hepimizi duygulandırdı. 80 milyon olarak gözümüz, kulağımız, aklımız Elazığ ve Malatya’daydı.
İstanbul’daki 5.6’lık depremi hepiniz hatırlarsınız. Gebze’den de çok net bir şekilde hissedilmiş ve bölgede büyük panik yaratmıştı. Hatta yaşanan deprem akabinde her şeyi unutup, önlemleri konuşmayıp operatör firmalarına tepki göstermiştik.
Elazığ’da yaşanan deprem sonrasında telefon şebekelerinin gitmemesi, sokak lambalarının deprem sonrasında hala yanıyor olmasını ülke olarak takdirle karşılamıştık. Aslında çok normal olan, olması gereken bir şeyi gözümüzde baya büyük bir gelişme olarak görmemiz de işin ayrı bir boyutu. Çünkü hepimiz aslında bir kaos ortamı oluşmasını bekliyorduk.
Malumunuz bir söz vardır ‘Coğrafya kaderdir’…
Coğrafya gerçekten kaderdir ve vatanımız bir deprem kuşağı bölgesi. Buna rağmen depremde bu kadar panik yapıyor olmamızı, depremin hayatlarımızı bu derece sarsmasını anlamlandıramıyorum. Niye derseniz dönüp dünyadaki örneklerine bakıyorum. Japonya’da bizim gibi bir deprem ülkesi ve yaşanan büyük şiddetli depremlerin bizim ülkemizde gerçekleşenler kadar can aldığına henüz şahit olmadım.
Bunun sebebi de Japonya’nın depremle yaşamayı öğrenmesidir. Hayatımızın orta yerinde olan bir gerçekten korkmak yerine onunla yaşamayı, oluşabilecek olumsuzlukları asgariye indirmeyi, bilime kulak vermeyi, binalarımız gözden geçirmeyi, halkımızı bilinçlendirmeyi ne zaman düşüneceğiz?
Herkes duymuştur şu sözü; ‘Deprem değil bina öldürür.’ Bu sözden hareketle evinin depreme dayanıklılığı konusunda kaç kişi çalışma yaptı. Kişileri de geçelim tüzel kişilikten bahsedelim. Belediye başkanlarımız Elazığ’daki depremzedelerimize giderek ziyaretlerde bulundu acılarını paylaştı, yardım tırları afet bölgesine uğurlandı.
Çok güzel bir şey oradaki insanların acılarına merhem olmaya çalışmak ancak oradan döndükten sonra görevli oldukları sınırlar içinde okullar ve kamu binaları başta olmak üzere mühendislerle ve uzmanlarla deprem ve yıkılma riskine karşı bir çalışma başlatacaklar mı merak ediyorum? Bekleyip göreceğiz.
Bununla beraber mesela ‘Kanal İstanbul’ diye bir gündemimiz var. 75 milyar TL’lik bir yatırımdan bahsediliyor. Şimdi bu doğrultuda bakacak olursak, bu kadar büyük bir meblağın belki de yarısını sinyalleri uzun süredir gelen ve er ya da geç olacağı düşünülen İstanbul depremine ayırsak ve kentsel dönüşüm konusunda, riskli olan binaları güçlendirme yönünde çalışmalar yapsak daha doğru olmaz mı?
Deprem ve sarsıntı hayatımızın kaçınılmaz bir gerçeği, gelin coğrafyamızın bir kaderi olan bu gerçekle hep birlikte yüzleşelim ve deprem sonrası oluşabilecek olumsuzluklar için önceden mücadelemizi verelim.