Martin Jay bir kitabında, “Artık biz paraya tahvil edilmeyen her şeyi silip atıyoruz. Paraya değmeyen değerleri rafa kaldırıyoruz. Hayatımızdan çıkarıyoruz” onları diyor. Günümüzde de öz benliğimizden, kültür yoksunluğundan, geçmişimizden gelen iyilikleri (vefayı, samimiyyeti, yardımlaşmayı...), kutsal kitabımızın kutsal emirlerini bir kenara bırakıp, birbirimizle arkadaşlık yada yarenlik yapan iki arkadaş, birbiriyle otururken ticaret gibi yada herhangi bir işi bağlayamıyorlarsa o dostluk para olarak geri dönmüyorsa o dostluğu yada arkadaşlığımızın bir hükmünün kalmadığını düşünüyoruz.
Bugün İslam’dan yozlaşan bizler, aile mefhumumuzu da artık değerlerimizden uzaklaştırmaya başladık. Kariyer için, anne çocuk doğurmuyor. Önünde engel olarak görüyor. Fedakarlık yapmayı kendisine “zül” atfediyor. Bütün bunlar sözde ‘modern’liklerin gittiği yanlış istikametlerdir. Artık kendi kimliğimizin kendi değerlerimizin farkına varmalıyız.
Peygamberimiz bir sözünde ‘Din samimiyettir’ der. Yani doğrulukta, dürüstlükte, şeffaflık ve güzellikte adına daha neler eklersek ekleyelim. Bu sözü doldurmaz ve dolduramayız Çok güzel ifade etmiş peygamberimiz. Bizler şu fani dünyada samimiyeti kendimize şiar etmemiz lazım gelir. Her şeyin hızla terkedildiği, hızın son sürat gittiği anımızda biraz durup Hz Ömer gibi kendimize bir “dur” diyelim.
Hayatımızı nasıl değerlendirdiğimizi kendimize sorarak “Bu gün Allah için ne yaptım” deyip bir kendimize zamanı durdurup günün muhasebesini samimi bir şekilde düşünmemiz lazım gelmez mi? Bilhassa şu günlerde ( korona günlerinde).
Duydunuz mu bilmem, bir kitapta okumuştum aslımız Osmanlı geleneğinde, Ramazan ayı içerisinde bizim gönül adamı dediğimiz mahalle ya da köy yada şehirde gönül insanları komşu esnafları ziyaret ederlermiş. Ve ticaretin önemini, helal kazancı, şefkat ve merhamet konularında esnafa ya da işyerini çalıştıran şahsa güzel öğütler verirlermiş. Ve bu güzel insanlar bu adeti Ramazan ayında daha da çoğaltırlarmış. Nedenini ise duyduğumda içimde bir incelik bir zariftik hasıl oldu. Dükkan sahibinin ya da iş adamının aklına “ ya adam işi yok gücü yok gelmiş bizlere muhabbet adı altında. Asıl niyetinin çay ya da yemek.... adına sizler ne eklerseniz ekleyin geldi demesinler diye Ramazan ayında ziyaret ederlermiştir ki çay ya da yemek ikramı yapmasınlar diye. Dünyanın faniliğinden bahsedilir. Bu gün insanlığımız, ecdadımızın bu güzelliklerimize o kadar muhtaç değil mi?
Biz, bizde olan hazinelerimizi keşfedelim, kendimizi yargılayalım. Ancak bu yolla ‘ olgunlaşma ‘ Kemal yolunda bir mesafe kat edebiliriz.
Hızlı bir hayat, uzun bir hayat yaşamış olabiliriz ama sonunda geriye baktığımızda elimizde avucumuzda bir şey kalmamış. Sadece cesedimiz etine dolgun, yakışıklı olur. Ama kalp ya da ruh Kemal’e ermemiş olur.
Yürümek, insanı tefekküre götürür. Yürüyen insan durabilir. Düşüne bilir. Tanıdıklarıyla sohbet edebilir. Otomobille geçerken etrafımızdaki insanlarla pek alış veriş yapamayız. Kainatın güzelliğinin farkına varamayabiliriz. Canlıları bitkileri temaşa edemeyebiliriz.
Öyleyse, kendimize, benliğimize, kimliğimizin farkına varıp özümüze dönüp hem hayatımızın güzelliğinin hem de ahiretimizin mutluluk ve saadetinin güzelliğini sağlamış bereketli bir ömür geçirme yolunda olalım. Ne mutlu kimliğini bulabilenlere. Ne mutlu iki günü bir birine eşit olmayanlara.