"Yaşayanlar ölenlerin gözlerini kapatıyor; fakat ölenler, yaşayanların gözlerini açamıyor ! " demiş Mehmed Alagaş bir yazısında.
Ne kadar doğru bir tesbit. Allah hocamıza rahmet eylesin.
O kadar şehid olan , vefat eden sevdiklerimizi görürüz ve son görevimizi yapmak İçin o güzelim sevdiklerimizin gözlerini ellerimiz zarar vermesin diye hassas bir şekilde kapatırken, o insanlar ( vefat) eden sevdiklerimiz neden gözlerini kapatanlarının gözleri açmaz, bir gün aynı duruma sende düşeceksin deyip gözlerimizi açmaz. Dahada acısı fütursuzca televizyon ekranlarından , sosyal medyadan ümmetin yitik evlatları bir bir şehadet şerbetini içerken , seyredenlerin gözlerini açmaz. Bu kadar vurdumduymazlık nedir? Bi türlü anlamış değilim.
İçten içe düşünürüm. Bazen dalar giderim uzaklara çoookkk uzaklara.
Yıkık duvarları kederimle örerim ben
Penceresiz kapısız kalmışlığıma
Bakma sen
Başımda Gök, ayağımın altında toprak
Yüreğimde Allah'a olan imanım varken
Çoğa kalmaz dirilirim ben derim. Sessiz ve sessiz.
Yıkık duvarları kederimle örerim ben
Penceresiz kapısız kalmışlığıma
Bakma sen
Başımda Gök, ayağımın altında toprak
Yüreğimde Allah'a olan imanım varken
Çoğa kalmaz dirilirim ben derim. Sessiz ve sessiz.
Anlamaya çalışırım. Aman Allahım dünya olmak ne kadar zor. Ay, güneş , toprak olmak ne zor. Zulmün kol gezdiği , küçük çocukların öldürüldüğü, tertemiz kızlarımıza ve kadınlarımıza aklımıza gelenin en kötüsünün uygulandığı , hayel bile edemediğimiz zulmün, taciz ve tecavüzün her türlüsünün yaşandığı anlara şahit olmak, o tertemiz müslümanların çırılçıplak soyundurularak uygulanan işkencelere şahit olmak ne kadar sabır ister. O hayvanların ölümleri, yaralanmaları , yanmaları, ne kadar zor bunlara ve bunca olanlara şahit olmak. Ağaçlar , ekinler ve türlü türlü nimetlerin yok oluşunu görmek ne kadar zor. Bombalar sonucu parçalanan Sevdiklerini kucaklarına alıp, gösterdikleri sabır karşısında dünyanın ve üzerinde yaşadığımız dünyanın susmasını , toprağın sabır göstermesini anlamakta güçlük çekiyorum. O güzel insanların şehit olanların , körpecik canların en yüce makamlara göndermelerini görmek ne kadar sabır isteyen durum. Şehadet şerbetini içen o şehidlerden alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimize gönderilen selamlar ve ümmetin durumunu şikayet etmeleri ne kadar zor bir durum. Ve bunlara şahit olan Allah’ın ve yarattıklarının gösterdikleri o muazzam durumu o muazzam sabrı anlayacak hafızam olmuyor.
Bir tarafta bunlar olurken sözde müslümanların olayları seyretmelerine şahit olmaları, üzerinde hayat sürdükleri dünyanın halen aynı güzellikte hiçbir şey olmamış gibi gizemle devam ederken gösterdiği sabrı anlayamıyorum.
Şöyle bir yazı okumuştum. Firavun Musa Aleyhisselamı ve İnanan insanları önüne katıp kovalarken , Nil nehri çıkar önlerine , Musa Aleyhisselam elindeki asayı vurmasıyla nehir ikiye bölünür , Musa ve yoldaşlarına yol olur. Musa Aleyhisselam ve inananlar geçince elindeki asayı tekrar nehire vurmak ister ve rabbimiz der “ ya Musa acele etme firavun ve yoldaşları daha nehire girmediler, onlar o nehire hepsi girsinlerde dünya bu pisliklerden temizlensin” demiştir.
Belkide bütün bu olanların içindeki sır böyledir.
Belkide bütün bu olanların içindeki sır böyledir.
Bilmem ama Musa ve arkadaşlarından olmayı ne kadar çok isterim. Bu kadar zulme , bu kadar vahşete sessiz kalmak, etkisiz ve yetkisiz bir şekilde İçin için içini içmek ne kadar zor.
Bütün bu olumsuzlukları içine yüreğine gömmek ve hala ölmedim , ölmedik deyip yüzümüzü asmadan hayata devam etmenin hissi içeriside olmak ne kadar zor. “ müslüman güleç insandır. Onlar acı ve ızdıraplarını içlerinde ( yüreklerinde) yaşarlar “ demiştir son peygamber.
Bazen güneşin doğuşunu izlerim ve konuşurum onunla. Onun ( güneşin) bana seslendiğini içime sindiririm.
Ne olursa olsun, sabah güneşi var,
" ben doğuyorum sana ne oluyor" diyor, gibi derdimi
Ve tasamı alır götürür çok uzaklara. mahçup ediyor beni. Bir can geliyor bedenime ve bir umut veriyor tükenmek üzere olan umutlarıma. Yanan yüreğime bir su serpiyor.
Ne olursa olsun, sabah güneşi var,
" ben doğuyorum sana ne oluyor" diyor, gibi derdimi
Ve tasamı alır götürür çok uzaklara. mahçup ediyor beni. Bir can geliyor bedenime ve bir umut veriyor tükenmek üzere olan umutlarıma. Yanan yüreğime bir su serpiyor.
Özde müslüman onların ise elinden bir şey gelmeyip yemeyi içmeyi kesip , bir kaç damla göz yaşı ve bir avuç dua gönderirken gösterdikleri mahcup olma duygusu karşısındaki duruma şahit olan Allah’ın ve yarattıkları nimetlerin durumlarını anlamakta güçlük çekiyorum. Bu ne biçim sabır. Aman Allahım. Sen ne kadar büyüksün. Sevgili Nebi’ de öyle dememiş miydi zaten. “ Allahım ben seni hakkıyla bilemem ve hakkıyla övemem , SEN ; kendini bildiğin ve övdüğün gibisin”.
Acizim acizliğimi bana unutturma ya Rabb.
Ve diyorum ki; Hamurumuz Alim olan Rabbul Alemin'in ellerinde...
Yalnız O'nun Rahiminde yoğrulup mayalanıyor.
Güzelleşip, genişliyor açılıyor..
Yalnız O'nun Rahiminde yoğrulup mayalanıyor.
Güzelleşip, genişliyor açılıyor..
Onun Kıymetli Kudretli ve de Emin ellerine Teslim! (İslam).
Biliyorum ki müslümanlara bu zulmü reva görenler her şeyin farkındalar. Bu haftaki yazıma Vladimir Jankelevitch’ın bir duasıyla son vereyim.
“Tanrım,
Onları bağışlama!
Çünkü ne yaptıklarını biliyorlar”.
Esen kalın güzel insanlar.
“Tanrım,
Onları bağışlama!
Çünkü ne yaptıklarını biliyorlar”.
Esen kalın güzel insanlar.