Hamd çok sabreden çok şükredenlere, nimetiyle karşılık veren, çok yüce, çok büyük, her şeyi duyan, her şeyi kemaliyle gören, sonsuz güç ve kudretiyle her şeyi bilen, hayatı ve ölümü yaratan, sonsuz nimetler bahşeden Allah’a hamdolsun.
Önderimiz, örneğimiz, Hz Muhammed’e ve ashabına salat ve selam olsun. Ben şehadet ederim ki şüphesiz Muhammed (SAV) O’nun kulu ve resulü, mahlukatın hayırlısı, seçkini, vahyin ( Kuran) emini, Allah ile kulları arasında elçi. Allah’ı en iyi bilen ve O’dan en çok korkan.
Ümmetine en iyi nasihat eden, Allah’ın hükmüne en çok sabreden nimetlerine en çok hamdeden Hz Muhammed’e salat ve selam olsun.
Bu gün İslam (vahiy) dışı bir yaşamla yalnızlaştırılan insan, umutsuz. Mekanikleşen, proganlaşan (insanın iç dünyasının yoksullaşması) bir hayatın çıkmazında kendisini arıyor. Vahyin muhatabı olan müslümanlar ise zihnen dağınık, ruhen yorgun, kalben huzursuz ve daha neler neler.
İman edenler için Kuran bir özne olmuyor ise hayatın anlamını ve amacını çoktan kaybetmiş demektir. Herkeste bir maske merakı, kimsenin kendisi olma cesareti kalmamış. Allah’a ve kitabına inanmış fakat güvenmeyen bir toplumda yaşamanın ıstırabıyla kıvranıyoruz. Vahyin yurdu olan gönüller, belirsizlik, tutarsızlık, kararsızlık ve bitkin bir şekilde hayatını yaşamaya çalışıyor.
Seferi yani İslam’ı sürdürme sorumluluğu olanlar yere çakıldı kaldı. Oysaki bizlere her zaman yer ve yön tayin eden kitabımız ve resulünün vefatı esnasında bile Hz Muhammed, Zeyd bin Harise’nin evladı Üsame’ye sefere çıkmasını söyleyen bir peygamberin ümmetiyiz.
İslam nasıl ulaşmıştı Macaristan’daki Başkırdlar’a? Batı Afrika’daki Hausalar’a? Fildişi sahilindeki Mandingolar’a? Bosna’daki Bogomiller’e?
Hindistan?
Çin?
Filipinler?
Davet neydi, nasıl yapılırdı, belli bir usulü üslubu var mıydı? Emri bil ma’ruf nehyi anil münker neydi? Nasıl yapılırdı?
Artık çölleşen yüreklere Kuran pınarından bir içim su verelim, zulüm ve zulmetin kirlettiği dünyamıza ‘siracen münira’dan bir ışık yansıtmanın gayreti içerisinde olalım.
Çabamız Kuranın refakatinde ‘refiki ala’ya yol alabilmek olsun.
Sözlerimi Abdurrahim Karakoç’un bir duasıyla bitiriyorum. “Allah’ım yürekler taş gelip, taş gitmesinler.”