Farklı kültürlerin içine doğdum. Bir çok mezhepten tanışıklık ettim, sohbetlerine dahil oldum. Ben medeniyetler şehrinde bulundum.
Antakya’dan ayrıldığım zamanlarda kimliğimi sorguladığım zamanlar oldu, o kadar alışmışım ki insanlara, sen hangi ‘mezheptensiz’ diye soru sorulduğunda kendime süre vermeye başladım.
*Sahi ben kimim?
*Neden mezhebime göre yargılandığım bu insanların içindeyim?
*Neden bu insanlar tabularını yıkamıyorlar?
Oysa yüzyıllar boyunca aynı ülkenin topraklarında nefes aldık.
Yaşadığım toplumun sahip olduğu bu ortak kültür ve inanç farklılıkları Hatay’da hiçbir zaman problem olmadı.
Bu farklılıkları her zaman kültürel yapının bir zenginliği olarak kabul ettik. Farklı dine mensubiyet gibi farklı etnik kökenli olmak da çatışmadan ziyade kültürel zenginliğin göstergesi oldu.
Dini ve etnik kökene sahip olmak bizi ayrıştırmak yerine kültürel bir harmoni yarattı. Hoşgörü içerisinde kutladığımız bayramlar, adetler ve gelenekler uzun zaman içinde farklı etnik ve dini grupları kaynaştırarak birbirimizin adetlerini ve geleneklerini benimsememize vesile oldu.
Aynı zamanda Hatay yüz binlerce yıllık tarihe tanıklık etmiş, dünya üzerinde kurulan 23 medeniyetin 13’üne ev sahipliği yapmış; Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Türk, Arap, Ermeni, Çerkez, Alevi, Kürt, Özbek, Türkmen, Nusayri Alevi ve Yahudilerin yüzyıllarca bir arada yaşadığı kültürlerin harmanlandığı Medeniyetin doğduğu bütün dinleri barış içinde bir arada barındıran bir kültür mozaiği olmuştur.
Aynı caddenin bir köşesinde kültürlerin kardeşliğini simgeleyen Hıristiyanlığın ilk yıllarında kilise olan Habib-i Neccar Camii bulunurken, diğer bir köşesinde Katolik Kilisesi ve Yahudi Sinagogu bulunmakta, günün bazı saatlerinde ezan, çan ve hazan sesleri birbirine karışırken, üç semavi dinin mensuplarının mezarları da yan yana bulunmaktadır.
İşte tam da bu yüzden ‘yıkıntıların arasından yeniden ayağa kalkacağız’