Kıymetli dostlarım; bizler annemizden doğduğumuzda farklı bir aleme göz açarız. Belki o an neyin ne olduğunun farkında değiliz. Doğumun nasıl gerçekleştiğinin? Hangi anne ve babanın çocuğu olduğunun? Hangi coğrafyada doğduğumuzun? Hangi yıl, ay ve gün hangi saatte doğumun gerçekleştiğinin? Bu soruları çoğalttıkça çoğaltırız. Cevaplarını ise aklımız başımıza geldiğinde veririz. Vermiş olduğumuz cevapların ise tutarlı olabilmesi için aklımızın başımızda olmadı gerekir. Bu aklın başımızda olması içinde hassasiyet sahibi olmamız gerekecektir.
Sahi nedir; hassasiyet? Nasıl ortaya çıkar? Hassasiyeti iyi anlayabilmemiz için Ali Yakup hocamızın hatıratından bir bölüm aktaracağım ki; bir gayenin, bir yaşamın, bir inancın gerekliliği konusundaki hassasiyetimiz için bizlere de ışık olsun. Ali Yakup hoca; Kosovalı Alim bir zat, hiristiyanların bile sevip saydığı hürmet ettiği bir kişi. Ali Yakup hoca Yugoslavya hükümeti tarafından tutuklanıp hapse atılır. Tam sekiz sene ceza verilir. Bu sekiz senelik hapis hayatında, domuz eti yedirirler korkusuyla sadece ekmek ve su tüketir. Sonra sağ Salim olarak cezasını bitirir ve tahliye olur. Hassasiyet konusunda çok misaller (örnekler) verebiliriz çünkü bu konularda dünyamızda az da olsa çok güzel örnekler bulabiliriz. Neydi ondaki bu hassasiyet.
Niçin dünyamız bugün çekilmez hale geldi. Niçin bir dik duruşu yok dünyamızın. Sahi dünyada olması gereken dik duruşu insanlık mı yapacaktı ki, dünya kirlilikten kurtulacaktı. Yoksa yine topu dünyaya atıp “bozuk dünyanın, bozuk insanlarıyız" mı? Diyeceğiz. Bu çarkın aralarında yine “bas bas paraları Leyla’ya/bi daha mı? Geleceğiz dünyaya"hayatımızı bu gün ibaret sayacağız. Ya da dünya güçlerinin ellerindeki kimyasal silahlara mı bağlanacaktı hayatımız? Ya da rüzgar nereden eserse dümenimizi o tarafa çevirip, hangi iş daha kazançlıysa haram helal ayırımı yapmadan kazanç peşine mi düşeceğiz? İlişkilerimizi münasebetlerimizi kendi keyf ve çıkarlarımız için, prensipsiz bir yaşam mı yaşamalıyız?
Bakıyorum da hemen hemen her yazımda bir fikir adamı ve bir dava adamı olan İsmet Özel’den alıntılar yapmışım. Yine öyle der. İsmet Özel, “mekanımız artık piyasadır ve artık hiç kimse için akraba ve dost kalmamıştır.” Bu cümlenin çok sert olduğunun farkındayım ama yerinde de söylememiş mi? Şöyle bir çevremize baktığımızda hem bırakalım çevreyi yakınlarımıza, ailemize en acısı kendimize.
Dünyamızın artık piyasa dünyası olmasından temizlenmesi gerek. Cahit Zarifoğlu öyle demişti. “Burası dünya ne çok kıymetlendirdik / Oysa bir tarlaydı / ekip biçip gidecektik.” Piyasa menfaat kavramını da beraberinde getiriyor. Mekanı piyasa olan kişi ve kişiler dünyaya bir isim bile vermişler; menfaat dünyası. Bu kişi ve kişiler dünyaya, her şeye, herkese bunları çoğaltabiliriz “kâr” gözüyle bakarlar. Kâr-zarar hesabı açtıranların bir ay zarar ettiklerini artık siz düşünün. Allah şerlerinden bizleri ve dünyamızı korusun.
Ebu Hanife mezhep imamız şöyle bir tavsiyede bulunur. “çıkar elde etmek için tartışanlarla tartışma” ne kadar güzel bir öğüt. Çünkü yenemeyiz. Gözü vardır görmez, kulağı vardır duymaz. Tartışıp da sözümüzü bari yormayalım.
Bu haftaki yazımı ise bir tavsiye ile bitireyim. İyiliği yalnız iyiler anlar, kötülüğü ise herkes.
Dilinize yüreğinize saglık hocam.
Sağol. Hacı abim.
Ne güzel yazmışsınız hocam elinize emeğinize sağlık.