Oruç
Ölümden önce ölmenin tadından bir haberdir sözüyle çok güzel bir bakış açısı çizmiş Sezai Karakoç.
Bir ay dünyamıza misafir olan Ramazan ayı, rahmet nazarıyla inmiş ve misafir olmuş Müslüman gönüllere. Bir daha bu Ramazan’ı görebilecek miyiz,
kim bilir? Belki de bu son sahur, bu son iftar, bu son teravih olacak.
Öyle ise;
Ramazan, kalbin kırık dallarını, ruhun tozlarını silkeleme vaktidir.
Onu anlamsız hayhuyun gürültüsüyle geçirmek, kendimize ettiğimiz bir ihanet. Her anını, her nefesini, her duasını özümseyerek yaşamalıyız. Çünkü belki de bir daha böyle bir Ramazan’a uyanamayacağız. Belki de bu son fısıltı, bu son yakarış, bu son huzur olacak. Ve biz, bir daha asla böyle bir bahara erişemeyeceğiz.....
Oruç, dünyamıza ayak basar basmaz biz, sanki kabuk bağlamış dünyanın ölü zarı yarılır ve içinden taze bir dünya baş gösterir. Diyerek ta uzaklarda bize yer ve yön göstereceğini söyler. Sezai Karakoç..
Öyleyse bizler
Zaman, avuçlarımızdan kayıp giderken, boş şeylerle oyalanmak, içimizde bir sızı bırakır.
Grigory Petrov beyaz zambaklar adlı ülkesinde adlı kitabında şöyle diyor. “ Milyonlarca halk bedenen, ruhen, fikren ve ahlaken çöküyor da hiç kimse bu kokuşmuşluğu görmüyor. Herkesin karakteri bozulmuş ve ya herkes bu yozlaşmışlığa alışmış da bunu doğal bir durum sanıyor sanki. Ama bu böyle mi olmalıdır. Olmamalıdır, olmaması lazım zaten. Hele hele bir Müslüman olarak hiç olmaması gerek. Çünkü Müslüman dünyayı ahlakı ve ruhuyla imar eden insan demektir.
Eskilerin bir tabiri vardır hani yüreğim inceldi dayanmıyor artık diye... Öyle oldu benimde yüreğim galiba, bozulmuş karınca yuvası görsem içim acıyor, kanadı kırık bir kuş görsem, uçabilsin diye kanatları olmak geliyor içimden.
Bir imalı söze kırılıp inciniyor, bir kaş çatışına ömrümden ömür gidiyor... Kötüye bile dua ediyor, iyilikler karşısında eziliyorum.
Kısacası, inceldi yüreğim bu dünyayı artık kaldırmıyor. Başka ne diyeyim...! İnsanlık artık kokuşmuş, mukaddesatların kadri ve kıymeti kalmamış vicdanlarda. Oysa oruç uyandırmalıydı ruhumu ve ruhlarımızı. Takva ehli yapmalıydı Müslümanları. Ne oldu bana. Ne oldu bizlere.
“Bana bir gün sordular, ‘Şimdiye kadar yaşadığın en dayanılmaz acı nedir?’
‘Ruhun acısı,’ diye cevap verdim… Kimsenin görmediği, kimsenin anlamadığı o acı.
Çaresiz bir acı, insanın içini çürüten ama sadece acıyı yaşamaya devam etsin diye onu hayatta bırakan bir acı… Çünkü ruh yaralandığında, o acı asla kaybolmaz… Zaman onu iyileştiriyor gibi görünse de, sadece bir anı - tek bir anı - onu yeniden kanatmaya yeter.” Sokrates 51 tane jüri önünde yargılanıyor ve idam kararı veriliyor, baldıran zehri ile öldürülüyor.
Ondan önce sevenleri, "seni hapishaneden kaçıralım" diyorlar. "Bu ahlâksızlıktır" diyor ve kabul etmiyor. Uydur kaydır sözlere başvur jüri seni affedebilir deselerde ahlak filozofu bunu da kabul etmiyor. Tarihe geçen savunmasında idam kararı veren jüriye şunları diyor. "Ölümden korkulmaz, çünkü ölümün çaresi var. Ölürsün kurtulursun.
Ama yanlış yapmanın çaresi yoktur. Yaptığınız yanlış kıyamete kadar sizinle birlikte gelecektir." Bugün 2500 yıl geçmesine rağmen, Sokrates'in ismini bilmiyen yok.
Peki onu mahkum eden jüri heyetinin isimlerini bilen var mı? Yok!
"Şu hayatı öyle bir yaşa ki kapanışta kendini alkışlayabilesin..."
Varsın yalnız kalalım
Dik duruşumuzu hiç bozmayalım
Onurumuzla yaşayalım
İlkbaharın renklerinde kendimizi bulalım
Geceleri
Yıldızların kayışını
Sabahları
Güneşin doğuşunu
İçimizdeki
Hayalde kayboluşumuzu
Yüreğimizin
küt küt vuruşunu
Varsın Kendimiz duyalım…
Tek kişi kalsak da Allah’ın emrinden izinden çıkmayalım.
Esen kalın güzel insanlar.
Helal olsun hocam