Dostlar; ülkemizde okuma yazma bilmeyen hemen hemen yokmuş gibi bir şey. Bu çok sevindirici bir durum. Herkesin okuryazar olması.
İnsanın başına ne gelirse cahillikten gelir diyede de bir deyimimiz var. Öyleyse şu başımıza gelenlere bir bakalım.
Bu kadar okur yazar içerisinden böyle bir toplum nasıl olduda insanlığımızdan soyutlandık. İnsanlığımızı kaybetmişiz. Şimdi içimdeki sıkıntılarımı kağıda dökme zamanı.
Ey kendini “okur yazar ” sanan insanlık gerçekten okudun mu? Okudunuz mu? Bu yoğun insanları, insanlıktan nasibini olmayanları okuttunuz mu?
Sana sitemim, okuduğun için değil; okumanın özünü unuttuğun için.
Çünkü sen kitapları ruhunu beslemek için değil, imajını parlatmak için kullandın.
Kafelerde oturup devlet, siyaset ve felsefe üzerine sözler ettin; yazarların adlarını havada savurdun.
Ama kaynak sorulunca, sadece kapağın rengini hatırlayıp yazarın ismini bile unuttun. Unutmakla kalmadın yazarın adını , kendini bile hatırlayamadın.
Okumak bu değildir.
Bilinç böyle inşa edilmez.
Okumak bir alışkanlık değil, bir varoluş biçimidir. Bu yüzden insanlığın aynasına gelen ilk ayetler bunu destekler biçimde. “ oku “ nedir bu okumak.
“Okumak”
İçine doğru bir yolculuktur, sürekli bir dönüşümdür.
Gerçek bir okuyucu kapağı değil, içeriği hatırlar; yazarla bir dost gibi, acıların, soruların ve derin düşüncelerin ortağı olarak bağ kurar.
Gerçek bir müslüman gösteriş için değil, yaşamak için okur.
Çünkü her kitap, bir anlam kapısı, bir yara izinin izi, söylenmemiş bir hakikatin yankısıdır.
Yavaş yavaş okur; bir cümlenin üzerinde durur, geri döner, sorgular, düşünür ve şüphe eder.
Metinle, hayatla bütünleşir.
Bir kitabı sadece bir kahve masasının dekoru yapmak, birkaç satırı bağlamından koparıp paylaşmak, anlamını kavramadan dikkat çekmeye çalışmak — okumak- okumak değildir.
Bu, ruhu büyütmek değil, sahte bir maskeyle kendini kandırmaktır.
Kaç kitap bizi sarsacak kadar derinden dokundu? İnsanlığa ışık tutan kitabımızı milyonlarca kişi , okunuyorda ; yaşayanlar ortada. İnsanlık ortada.
Kaç sayfa gözlerimizi doldurdu?
Kaç kere bir kitabı kapatıp sessizce kendi içimize döndük,
Ve ne zaman sorduk kendimize “ nereye gidiyorsunuz” sorusunu.
Çünkü taşıdıkları ağırlık fazlaydı?
İşte gerçek okuma budur — sosyal medya vitrinleri değil.
Okumak, boş bir kibir değil, derin bir tevazudur.
Gerçek okuyucu, ne kadar ilerlerse, aslında ne kadar az bildiğini o kadar iyi anlar.
Daldıkça, sessizliğin ve düşüncenin ne kadar kıymetli olduğunu kavrar.
Yüzeyde başlamak ayıp değildir.
Ayıp olan, orada kalmaktır.
Anlamamak utanılacak bir şey değildir.
Utanılacak olan, anlamış gibi davranmaktır.
Sonsuz konuşan değil, derin düşünen insanlara ihtiyacımız var.
Sözleriyle değil, hayatıyla fikirlerini taşıyanlara…
Önce kendimizi değiştirmek için okumalıyız.
Sonra toplumu. nutuklarla değil, davranışlarımızla.
Bu yüzden, ey kendini okuduğunu zanneden topluluklar. Ey insan yığınları;
Kaç kitap okuduğunu değil, kaç kitabın seni değiştirdiğini sor kendine.
Kaç kez bir hakikat karşısında suskun kaldığını, kaç kez utanmadan hakikatı bildiği halde “bilmiyorum” diyebildiğini…
İşte gerçek ölçü budur.
İşte gerçek yol budur.
Samimiyetle oku.
Alçakgönüllülükle konuş.
Derinlikle düşün.
Onlar; tarihe ışık tutanlar. Çağ açıp çağ kapayanlar
Gösteriş için değil; gerçekten anlayabilmek için okudular. Hatıraları bu gün dilden dile dolaştılar.
Onlar okudular. Çünkü ilk okuyan aynaydı. İnanan o güzel insanlar ; okumalarını “O” aynadan alıyorlardı.
“O” ayna ki vahiydi. O Aynayı ilk okuyan milyarlarca insanların gıptayla baktığı Hz Muhammed idi.
“O” ayna ve “O” aynayı ilk okuyanı takip etmek dileğiyle.
Esen kalın güzel insanlar.