Demiş ya şair; "Yaşadım denemez,
Bir müddet ölmedim sadece."
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, yaşam gayesini unutmuş, insanlığın zevk ve sefa peşinde koştuğu, yaşamın amacını oyun ve eğlenceden sanarak, zevklerin zirveye çıktığı bir zamanın içerisinde bocalanıp duruyoruz.
İşte böyle bir zamanda yaşamak, bilmem yaşam mıdır?
Hakkın ve hakikatin üzeri; sızdırmayan, koku vermeyen, kaplamalarla kaplanmış. Hatta üzerleri balçıkla sıvanmış.
Kötülük ise eski binalara yapılan göz kamaştırıcı kaplamalarla parlatılmış, üzerlerine insanın anlık hoşuna giden sahte kokular serpiştirilmiş bir zaman içerisinde kol gezerek yaşamını devam ettiriyor.
İki yol var. Birisi hakikat, diğeri batıl. Hakikat; biraz nefes alsa, daha sağlam bir şekilde hakikatın soluğunu kesmek ve kapatmak İçin var gücüyle çalışıyor batıl.
Hakikat güneşinin insanlığı kuşatmasını önlemek için.
Oysa sözde hakikat erleri, batılın batıl olduğunu, insanlığın insanlığını bulabilmesi için, batılın sahteliğini göz önüne çıkartmak İçin çalıştığı çok az görünüyor. Batılın bu kadar sesinin çıkması. Kötülüğün kol gezmesi, iyilerin bu insanlara hakikati tam anlamıyla gösterememesinden kaynaklanıyor.
Belki de; en önemli sebep, kötülerin kazanması için iyilerin seyirci kalmasıdır.
Şunu iyi anlayalım ki; iyilik ve kötülük ters orantılıdır. Biri arttıkça diğeri azalır. İyiler ve iyilikler arttıkça kötüler ve kötülükler de azalır. Benim nasılsa keyfim yerinde diyerek dünyada yapılan kötülüklere sessiz ve duyarsız kalanlar kendilerine de sıranın gelmesini beklesin. Çünkü ateş komşunun evini sarmış. Sana ve bana ulaşması an meseledir.
İnsan yaratılışını iyi anlamalı ve hakikatin farkına varmalı. En ulvi duygularla, en sufli (kötü) hislerin bir arada yaşadığı bir yapıdır insan.
"Her Nabzı atanı,
Diri mi sandın..?
Diyâr diyâr,
Dolaşan ölüler vardır.' Diye bir söz okumuştum bir yerlerde. Nede çok dolaşan canlı ölülerle karşı karşıyayız.
Öyle der; Zarifoğlu bir yazısında. “Uçmayı öğrenmeden göçmeye mecbur kalmış bir kuş gibi kalbimiz”
Öyle değil midir zaten kendi varlığını anlayan insandaki hisler.
İnsan yorgunuyuz. Anlamayan, işitmeyen insanların yorgunuyuz.
Ve bu, fiziksel yorgunluktan çok daha acı. Çalışan insan uzanıp uyuduğu zaman dinlenir. Yalnız diğer türlü insan, sanki bir ‘ömür törpüsü’ dür. Bir de bu karakter yoksunu insanlar en yakınınsa işte o zaman ‘vay ki vay’ haline.
Bu gün insanlık bu girdabın içerisinde bocalayıp durmaktadır. Yazıma Sezai Karakoç hocamızın insanlığın dibi vurduğunu görüp de, hakikat öncüsü, insanlığın rehberi olan, bu zamanın ve değer zamanlarının hakikat öncüsü peygamberimize serzenişiyle son vereceğim.
“Yetiş ; ayağının tozu olduğumuz peygamber.
Yetiş ;her zaman diri olan varlığınla.
Yetiş ; yak lambamızı.
Yetiş ;aydınlat karanlığımızı.
Yetiş ; yeşillendir çöllerimizi.
Yetiş ;dirilt insanımızı”.
Bu çağrıya kulak vermek ve bu çağda hakikat güneşinin öncüsü olması dileğiyle, esen kalın güzel insanlar.