“Ağlayabilir miyim gönlüm müsaadenle,
Şöyle katıla katıla şimşekli bir gökyüzü gibi.
Günaha batan tüm kirliliğim ile ağlayabilir miyim?
Öylesine ama, ölesiye, bu can çıkana kadar bedenden!
Nefsimin nefesi kesilesiye, pembe güller mor menekşelere düşesiye,
Sol yanımın ateşi yükselesiye kadar.
Kendi omzumda kimseciklere yük olmadan, ağlayabilir miyim?” der Hz. Mevlana.
İşte Mekke’de bir gece. Ay parlak, uzay boşluğu simsiyah. İki arkadaş, iki kardeş yollarda.
4-6 yaşlarında, Mekke sokaklarında beş çocuk oyuna dalmışlar. Yüzleri tertemiz, o uzun entarileri ise daha da güzel. Sanki bir elife giydirilmiş gibi tertemiz. Nede güzel yakışmış kendilerine.
Belki de kalplerinin temizliği vurmuştu yüzlerine. Yüzlerinde bir gülümseme. Belki de bu gülümseme, onlara atamız Adem (AS), yada İbrahim (AS) yada insanlığın rehberi Hz Muhammed’den (AS) geliyordu. Sordum yanımdaki arkadaşıma. Böyle asil duruşlu, temiz bakışlı çocukları çok az görürüm diye.
Ne şanslı çocuklar; insanlığa insanlığının yeniden hatırlatıldığı merkezde yaşamlarını sürdürüyorlar. İnsanlarını da aynı görürsün, morali bozuk, suratı asık insanları hiç göremezsin oralarda. Nimetleri bol. Belki de bu bolluğun ana sebebi İbrahim (AS) ve ailesinin duası. Bir başka güzel Mekke. Belki de bu güzelliği, peygamberimizin Mekke aşkından gelir.
“Allah'ın yarattığı şeyler içinde en çok sevdiğim yer sensin. Eğer buranın halkı beni (zorla) çıkarmasaydı, ben kendiliğimden çıkmazdım." Mekkeliler davetini engelleyerek ve kendisine eziyet vererek Peygamber Efendimizi (ASM) Mekke'den çıkarmışlardı. Peygamberimizin (ASM) bu sözü söylemesinin sebebi öncelikle atalarından olan Hz. İbrahim’in (AS) yaptırdığı Kabe'nin burada olmasından dolayıdır. Ayrıca doğup büyüdüğü Mekke'den ayrılmak da ona ağır gelmiştir.
İşte Mekke böyle bir yer. Gökyüzündeki ayı bile sevinçli. Bakana içten içe gülümsüyor. Nasıl gülümsemesin ki, bir çift göz ona dikmişti gözlerini ve sağ bir elinin şehadet parmağı ona doğru yönelmiş ve O’nu göstermişti. Bu sevinç ona yetmez mi?
Arafat’a çıkılmış, gece müzdelifede geçirilmiş, şeytan ve dostları taşlanmış, sabah insanların bir kısmı konakladıkları mekana dönmüşler, dönenler tıraşlarını olup ihramdan çıkmışlar ve kısmı da dönüş yollarında. O şanslı kişilerin hacı olmasına sadece bir adım kalmış. İnsanlar ise bunun sevincini yaşıyor. Kabe ziyaret edilecek. İşte o gece; nasıl kişi sevdiğini bir akşam göremezse ikinci akşam ilk fırsatta görme hasreti basar ya, tam oradayım. O hisler içindeyim.
Gitmek, ziyaret etmek kolay da, her ziyaret bir ayrılığa gebe. İnsanın içine bu duygu oturunca, o bakışlar daha da farklılaşıyor. Nasıl ki bir çocuğu sevdiği anne ve babasından ayırırsın da bir yol bulur da gider ya yanlarına, işte aynen öyle ve daha fazlası. Sevdiğin kişi bir hatana karşı elini bırakır da, orası milyarlarca hata etmende bile o muhteşem mabet heybetiyle durur karşında. Bir ana sıcaklığıyla açar kucağını, bir baba şevketiyle uzatır ellerini. Konuşursun içten içe. Çünkü orası konuşma yeridir.
Oralar (Mekke) bir başka güzel. Allah oraya “Şehirlerin anası” der. Neyse dostlar. fazla uzatmayalım. Anlayan anladı zaten.
Çok yorgunum. Güzel bir hikayenin tam ortasında bırakasım var kendimi. Bakalım kader nasıl bir yol çizecek. Lakin görüyorum ki tüm öyküler yarım, aslında az çok benim ki gibi.
“Fikretmek aklın, zikretmek kalbin, şükretmek her ikisinin sadakasıdır” der Cihat Barış.
Bu duygular içerisinde esen kalın güzel insanlar.