İnsan diyorum; İnsan ne garip bir donanımda. Hayat denilen akışta ne çok acı çekiyor, ne çok umutsuz ve ümitsiz kalıyor. Ne çok yıpranıp tükeniyor. Ama her şeye rağmen çiçeklenmek istiyor...
Bazen çıkarım, Mustafa Paşa Camii’nin önünden giderim işime. Giderken tanıdıklarımla karşılaşır, selamlaştıktan sonra daha sormadan anlatır niçin dışarı çıktığını. Sıralar hemen ardı ardına, bir hava almak için dışarı çıktığı sözü çıkıverir ağzından. Çok gördüm ve sizlerde çok şahit olmuşsunuzdur.
Hava almak, evet hava hayat demekti. Ciğerleri hava ile doldurmak, bir bankta oturmak, ya da çimenin üzerinde uzanmak. Çocukların koşmalarını görmek, kuş seslerini işitmek, hafifçe esen rüzgarı hissetmek miydi; hava almak.
Hava; yaşamak için gereklidir. Aynı hava neden evde yoktu. Hava vardı da, almasını mı bilemiyordu insanlık? Aklıma gelmişken Nazan Bekiroğlu’na ait olduğunu düşündüğüm yazısında şu bir mısra okumuştum. Buradan zikretmeden geçemeyeceğim; “Allah'ım” dedi. “Hiçbir şeyim olmasa bile, şu nefes için hamd olsun...”
Evet hamdolsun. O nefesi ihsan edene. Çünkü o nefes olmayınca kişinin fiziki alemi sona erer. O nefesin nasıl bir nimet olduğunu daha düne kadar anlayamamışım. Sağ kolumdan almışım narkozu. Ameliyat sonrası; sağ tarafımı oynattığımda nefessiz kaldım. Evet, nefessiz kalmak… Ne zor bir işmiş…
Hamdolsun, hamdolsun Rabbimize. Ne kadar şükretsek az kalır verdikleri karşısında. Nefes; yaşamın ana kaynağıdır. Havasız insan yaşayamaz. Peki bu havayı insan neden kendisini dışarı atmakta bulur? Parkta bulur, kahvede bulur. Deniz kenarında bulur. Tatil yerlerinde bulur da; ibadet yerlerinde bulamaz. Dışarıda bir sürü insan görürüz de ibadet saatlerinden önce, neden insan kendisini ibadethaneye bırakmaz? Aynı hava yok muydu o güzel mekanlarda?
Hava; yaşam için gereklidir. Yaşamayı sevmeyen, yaşadığının farkına varmayan insanın ölüden bir farkı yoktur. Öyle olduğunda da; onun için, ölümde anlamını yitirir.
Dikkat ederseniz dostlar yukarıda bir cümle kurdum “Ölümde anlamını yitirir” diye. Ölümün anlamını yitirdiği yerde, yaşam anlamını çoktan yitirmiştir. Şuursuzca yaşayan kişi hayayı alsa ne olur, almasa ne olur? Kişinin zaten yaşayan ölüden farkı yoktur ve yaşamı ise yaşayan ölünün, hayatı da saçmalamaya dönüşmüştür.
“Derdin kendindendir bilmiyorsun,
Derman yine sendedir görmüyorsun,
Koskoca alem içinde yerleştirilmiş,
Sen kendini hala...
Küçük bir şey mi zannediyorsun.' demiştir ilmin kapısı Hz Ali.
Oysa her şey kişide anlam buluyormuş. Almış olduğum havayı; ibadet ve taatla süslersem, hayatım bir anlam bulur. Yaşamıma bir değer katmış olurum. Ve yaşamı sevmiş olurum. Yaşam ki ölüme de anlam katar. Ne mutlu yaşarken ölümüne anlam katanlara.
Esen kalın güzel insanlar…
Bazen çıkarım, Mustafa Paşa Camii’nin önünden giderim işime. Giderken tanıdıklarımla karşılaşır, selamlaştıktan sonra daha sormadan anlatır niçin dışarı çıktığını. Sıralar hemen ardı ardına, bir hava almak için dışarı çıktığı sözü çıkıverir ağzından. Çok gördüm ve sizlerde çok şahit olmuşsunuzdur.
Hava almak, evet hava hayat demekti. Ciğerleri hava ile doldurmak, bir bankta oturmak, ya da çimenin üzerinde uzanmak. Çocukların koşmalarını görmek, kuş seslerini işitmek, hafifçe esen rüzgarı hissetmek miydi; hava almak.
Hava; yaşamak için gereklidir. Aynı hava neden evde yoktu. Hava vardı da, almasını mı bilemiyordu insanlık? Aklıma gelmişken Nazan Bekiroğlu’na ait olduğunu düşündüğüm yazısında şu bir mısra okumuştum. Buradan zikretmeden geçemeyeceğim; “Allah'ım” dedi. “Hiçbir şeyim olmasa bile, şu nefes için hamd olsun...”
Evet hamdolsun. O nefesi ihsan edene. Çünkü o nefes olmayınca kişinin fiziki alemi sona erer. O nefesin nasıl bir nimet olduğunu daha düne kadar anlayamamışım. Sağ kolumdan almışım narkozu. Ameliyat sonrası; sağ tarafımı oynattığımda nefessiz kaldım. Evet, nefessiz kalmak… Ne zor bir işmiş…
Hamdolsun, hamdolsun Rabbimize. Ne kadar şükretsek az kalır verdikleri karşısında. Nefes; yaşamın ana kaynağıdır. Havasız insan yaşayamaz. Peki bu havayı insan neden kendisini dışarı atmakta bulur? Parkta bulur, kahvede bulur. Deniz kenarında bulur. Tatil yerlerinde bulur da; ibadet yerlerinde bulamaz. Dışarıda bir sürü insan görürüz de ibadet saatlerinden önce, neden insan kendisini ibadethaneye bırakmaz? Aynı hava yok muydu o güzel mekanlarda?
Hava; yaşam için gereklidir. Yaşamayı sevmeyen, yaşadığının farkına varmayan insanın ölüden bir farkı yoktur. Öyle olduğunda da; onun için, ölümde anlamını yitirir.
Dikkat ederseniz dostlar yukarıda bir cümle kurdum “Ölümde anlamını yitirir” diye. Ölümün anlamını yitirdiği yerde, yaşam anlamını çoktan yitirmiştir. Şuursuzca yaşayan kişi hayayı alsa ne olur, almasa ne olur? Kişinin zaten yaşayan ölüden farkı yoktur ve yaşamı ise yaşayan ölünün, hayatı da saçmalamaya dönüşmüştür.
“Derdin kendindendir bilmiyorsun,
Derman yine sendedir görmüyorsun,
Koskoca alem içinde yerleştirilmiş,
Sen kendini hala...
Küçük bir şey mi zannediyorsun.' demiştir ilmin kapısı Hz Ali.
Oysa her şey kişide anlam buluyormuş. Almış olduğum havayı; ibadet ve taatla süslersem, hayatım bir anlam bulur. Yaşamıma bir değer katmış olurum. Ve yaşamı sevmiş olurum. Yaşam ki ölüme de anlam katar. Ne mutlu yaşarken ölümüne anlam katanlara.
Esen kalın güzel insanlar…