Kıymetli okurlarım; hayatımız, su gibi, gözümüzün önünden akıp gidiyor. Bu gidiş; bizleri bir daha dönüşü olmayan, kabirle başlayıp, yeniden diriliş, hesap, mizan ve cennet ya da cehennem ile sonuçlanan bir yola doğru, yol alıyoruz.
Şu kısacık ömrümüzü değerli hale getirebilmemiz için, çabalar sarf edilmesi gerekir. Bu çabalar sayesinde istikametten ayrılmayız ve farkındalıklı, kaliteli bir yaşam tarzı süreriz. Hayatımızı her an sorgulayarak yaşarız.
Bizi hayat, doğru yolda buluyor mu? Bizi aradığı yerde görüyor mu? Hazır mısın ya da hazır mıyız? Cennetin tadını çıkarıp, cenneti anlamaya, bize cennet sunulduğunda. Çünkü hak etmek gerekmez mi? Kazanıldığında, emeğin karşılığı olarak, rahatça bir hayat sürmek. Cennetin tadını alacak yeteneklerin ya da yeteneklerimiz yoksa, ne cennet sana ya da bize cennet olur. O insanları (sahabe-i kiramı) özlemlerle anmak gerekmez mi? O resulün yetiştirdiği nesil, daha dünyada iken öyle dememiş miydiler, “Vallahi Uhud dağının arkasından cennetin kokusunu alıyorum.” Bu ne biçim bir yetenekti. Bu ne biçim bir hak edişti. Daha dünyada iken cenneti hak etmişlerdi ve kokusunu aldıklarını bir birlerine söylüyorlardı.
Ne galeri; sana araç satsa, şoförlüğün yoksa evinin önünde duran aracın ne faydası olur. Anlayışın, kavrayışın, kulağın yoksa ne konser konseri. Ne de konferans sana konferanstan bir fayda ya da tat alırsın. Demek ki yatımızda bu gibi özellik ve güzellikleri hak etmemiz, çaba sarf etmemiz gerekecektir. Eğer bu çabaları sarf edersek, bizden sonra gelen nesillerde aranan insanlardan oluruz.
Yaşamımızda da aranılan insan olmayı hak etmemiz gerekiyor, aranılan kişi. Yani hayat dediğimiz bir yaşam tarzının bir eksiği olmalıyız. Biz dünya sürgünümüzü bitirdiğimizde aranılan kişi olmak zorundayız. Olurda susarsak insanlar ya da insanlık kaygılanmalı yokluğumuzla ya da suskunluğumuzda.
Olur da bir şey üretemiyorsak, bir şeye katkıda bulunamıyorsak insanlığın üzülüyor olması gerek. Mutlaka sen, ben, o kısaca hepimiz kendi notamızı, kendi rolümüzü ifade etmek zorundayız ve zorunda olmalıyız.
Yani şundan korkmalıyız. Gittiğimizde kimsenin bizi fark etmeyişinden, bir boşluk bırakmadığımızdan korkmamız gerekir. Çünkü bu gidişin sonu hüsranla sonuçlanır. Öyle ise kişi, Fransız Kafka’nın dediği gibi “kendimden başka bir eksiğim yok” düsturuyla kedimizi anlamak, yetiştirmek ve geliştirmek en büyük çabamız olsun ki; bize sunulan imkanlara ve nimetlere karşı yüzümüz olsun.
Yazıma Nurullah Genç Hocamın veciz bir ifadesiyle son vereceğim; “Yüreği secdeye varan ruhların, camdan bir minare olur tenleri”
Esen kalın.
Dilinize kaleminize sağlık hocam. Selam ve sevgiler.
Yiğidim, hafızım. Faydalı olursak ne mutlu
Kaleme aldığınız her yazıyı zevk ile okuyoruz ve ufkumuz açılıyor değerli hocam.
Hocam ağzınıza yüreğinize sağlık ne güzel anlatmışsınız ne güzel tarif etmişsiniz dilerim insanlar sapkınlığa bu kadar hızlı koşarken nefislerine yenik düşmekten Rabbimin yolundan şaşmaktan dünyasının haram olan yalan güzelliklerini görüp irade ve düşüncelerini kirletmekten kaçınıp tek doğru olan allah yoluna dönerler rabbim bizleri ümmeti Muhammet safından şetanın şerrine geçmizi nasip etmesin allah bizlere akıl fikir iksan etsin kalplerimizi allah sevgisiyle ve haram korkusuyla dolu eylesin.
İnşaAllah. Emre kardeşim.