İnsanlar, fani varlıklardır. Baki olanı arar. Bilmem hiç dikkatinizi çekti mi? Bazen inancı, kamil bir imana dönüştürmek için, Allah (cc) Kur’an-I Kerim’de İbrahim (as)’ dan bahseder. Önce yıldızlar, sonra ay, daha sonra güneş, daha da sonra “Ben batanları sevmem” diyerek, bütün bunları bir yaratanın olduğunu, doğup batmayan bir inancın olduğu ilkesiyle sağlam bir inanca teslim olmayı bizlere öğretmiştir. Hep arayış içerisinde olmuş. Sonunda aradığı sağlam inancı bulmuştur. Beyazid-i Bestami bu arayışı ne güzel dile getirmiştir. “Hakikat aramakla bulunmaz, lakin bulanlar hep arayanlardır” demiştir.
Yine Hz. İbrahim, bir peygamber ve diyor ki “ Ya Rab ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster” derken ölülerin nasıl diriltileceğini görmek istiyor. Cenab-ı Hak, “Ey İbrahim inanmıyor musun? Der. Cevap. İnanıyorum lakin kalbimin mutmain (tatmin )olmasını istiyorum” der. Şimdi bu kıssayı düşündüğümüz zaman, Hz İbrahim’in Cenab-ı Hakk ile böyle bir konuşma yapmış olması ve bunun kitabımızda bizlere aktarılış olması, üzerinde ciddi bir şekilde durmamız ve tefekkür etmemizi gerektiren bir konu.
Hz. İbrahim, doğup aklı başına geldikten sonra, hayatı sürekli sorgulayan bir kişi. Putları anlamsız görür ve anlamsız bulur. İnsan gibi yüce bir varlık, nasıl olurda kendi eliyle yapılmış putlara tapar. Aynı zamanda babası bir put Ustası. Put yapar put satar. Kendisi (Hz. İbrahim) o toplumun bir parçası. Bildiğiniz üzere yine inanca dokunan bir özelliğini Kur’an-I Kerim yine bizlere şöyle izah eder. Hz. İbrahim, tapınağa gider, bütün putları kırar ve baltasını büyük putun omzuna asar. Halk bu durumu görüp, sorup soruştururlar bu işi Hz. İbrahim’in yaptığına karar verirler ve Hz. İbrahim tapınağa getirilir ve sorarlar; “Sen mi yaptı bunları?” diye. O da kendisinin yapmadığını, büyük putun yaptığını, hatta baltanın omzunda asılı olduğunu ve yapanın kendisinin değil, büyük putun yaptığını söyler. Adamlar kızar ve derler ki, “Sen bizimle dalga mı geçiyorsun onun böyle bir şey yapamayacağını bilmiyor musun?” dediklerinde. Hz. İbrahim, “Aslında bakın ben size bunları anlatmak istiyorum” der ve şunu vurgulamak ister, “Biz fani varlıklarız, baki olanı ararız. Bu yanlış inançtan artık vaz geçin.” Yine Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de kafirler için şöyle bir ifade kullanır, “Çünkü kafirler çok anlayışsız, bilinçsiz bir güruhtur.” Ne kadar güzel bir ifade değil mi? Bu ifade…
Bu sorgulama, bu anlayış ve bu arayış Kur’an-ı Kerim’de yine çok defa anlatılır. Oğlunun kurban edilmesi, safa ve Merve arasındaki arayışlar, her birisinde anlam ve dersler içeren bölümlerdir bunlar. “Bana ölü bir canlıyı nasıl dirilttiğini göster ve Cenab-ı Hak inanmıyor musun? der ve inanıyorum ama kalbimin mutmain olmasını istiyorum. Bunu üzerine Allah, dört tane kuş al. Onları kes. Parçala ve her dağın başına onlardan bir parça koy. Ve Sonra onları kendine çağır. Koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azizdir ve hikmet sahibidir.” 2/260. Bu arayış. Akıl ile kalbin arasındaki bu bağlar, Kur’an-i epistemoloji ( bilgi felsefesinde) en temel unsurlardan biridir. İnanç, aklı tatile göndermek demek değildir. İnanmak aklın imkanlarını kullanarak, daha ileri noktalara götürmektir. Bu manada iman, inanç ve inanmak akla meydan okumaktır. Kendini aşabiliyor musun? Der. Ama akılda aynı zamanda onu daha anlaşılır kılar. Onu daha güzel ifade edebilir bir hakikat haline getirir. Dolayısıyla nasıl akıl ile kalp arasında bir bağ var ise iman ile akıl arasında bir bağ kurmuştur bizim geleneğimiz. Bunları bir birine düşman etmemiştir hiç bir zaman. Bunlar birbirini beslemesi, yer yer kamçılaması gereken şeyler olarak görmüştür. Kişi inandığı ölçüde akli muhakemesi derinleşir. Akli derinleşme oranında imanı ve inancı artar.
Ne mutlu bu inançla hayatını yaşayabilenlere.