Bir hüzün cemresi düştü yüreğime... Ayrılık mı yaklaştı, yoksa ölüm mü? Sahi hangisi kefenlenecek, beden mi, yoksa gönül mü?
Sadık; bu duygular içerisinde alarmı çalan telefonun sesine uyandı. Sanki kalbi; yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. Saatine bir baktı, saati 06’yı gösteriyordu. Kasım ayının son günleriydi. Dışarısı soğuktu. Evin camları buğulanmıştı. Birde üstüne üstün sabahın serinliği çökmüştü, hava iyice serinlemişti. Şafak vaktine dakikalar kala. Kızı Serap, üniversite öğrencisiydi. İlk sınavlarının bittiğini fırsat bilerek, bir hafta izin alarak, İzmir’den gelmişti. İlkokul, orta ve lise yıllarının geçmiş olduğu yerlere. “Sayılı gün çabuk biter” derler bizim oralarda. Hakikaten çabuk bitmişti.
Sadık; kendisi yaşıyordu, kalabalık şehirde. Alışmıştı artık, yalnızlığa. Kalabalıklar içinde yalnız yaşamaktansa, bir başına yalnızlık, onun İçin daha iyi idi. Kadir kıymet bilmeyenlerin içinde yaşamaktansa, Yalnızlık onun en büyük hazinesi ve güvencesi idi. İnsanın yapısı gereği hep anlaşılmak ve anlaşmak ister. Lakin bazı zamanlar ve durumlar buna müsaade etmiyor. O zaman sınav başlar. Bu sınav zorlu bir sınav.
Belki de Sadık; hep yalnızdı. Etrafı kalabalıkken de! Belki de biliyordu bunu. Sahi yalnız değilmişim gibi mi davranmıştı yoksa. Çünkü; O çok zeki birisiydi.
Sadık; küskün ve yalnız bir yasemin çiçeği gibi, kendi duygu dünyasında yaşamasının gerektiğini öğrenmişti. Sabahın o erken saatında büyük kızı Zerrin’ide uyardı. Baba , kız kalktılar. Sabah Ezanının okunmasına daha bir saata yakın vardı. Sabah namazını terminalde kılmayı planlamıştı Sadık. Abdestini aldı. Üstünü sıkıca giyinerek , yavaş yavaş merdivenlerden kızı Zerrin ile indiler. Sonra kendisini ve hayallerini taşıyan, acı - tatlı hatıralar yaşamış olduğu emanet araca “bismillah” diyerek bindiler. Çünkü böyle öğretilmişti onlara. Her işin başı “ bismillah” idi.
Küçük kızı Serap’ı evinden almak İçin yola çıktılar, baba - kız. Hava karanlıktı. Karanlığı sokak lambaları ve karşıdan gelen araç farları aydınlatıyordu. Baba sadık; küçük kızı Serap’ı arayarak hazırlanmasını 10 dakikaya kadar annesinin ve abisi Faruk’un oturdukları eve geleceklerini söyledi. Hayattı bu. Bazen ayrılık olacak, bazen hüzün. İnsanoğlu sınavını yaşamalıydı. Gözleri buğulanmıştı sadık ile büyük kızı Zerrin’in. “Göz belki de insan vücudunda ruh barındıran tek uzuvdur” Diyordu Jose Saramago. Belki de çok haklıydı.
İnsan yüreğinin her halini gözlerin de taşırmış.
Taşırmış ki; Dil yalan söylese bile, gözler doğruyu söylesin diye...!
Sadık ile kızı Zerrin, kararlaştırdıkları saatte Serap’ın annesinin ve erkek kardeşi Faruk’un yaşadığı eve geldiler. Serap hazırlanmış ve babasını ve ablasını bekletmeden, biletini aldığı arabaya yetişe bilmek için hemen arabaya binip yola koyuldular. Serap babasının oturduğu arka koltuktan üşümüş ellleriyle babasını yüzünü buluyor, sıkıca sıkıyor sonrada babasını hasretle öpüyordu. Sadık ise kendi hislerini yine kendisine mırıldanıyordu. Sulanmamış çiçekler gibi Kuruyor. Onun İçin her şey bir yolculuğun hüznünü taşıyor. Aslında Gidişte gelmemek üzere bütün yüzler. Ve bir gün tam gidiş diyordu. Bir dönülmemek üzere bir gidiş.
Tatlı tatlı konuşarak baba ve kızlar tekrar terminalin yolunu tutmuştular. Sadık ise arabada bulunan kızlarına nasihatte bulunarak otogarın yolunda, hayatın anlamını anlatmaya çalışıyordu.
Ne bekliyordu ki? Yolu gurbete düşenler. Hasretten başka.
Hasret dediğin saçlarından tutup yolmaz ki ya da yüzünü tokatlamaz ki,
Elbette yüreğin yanacak, için kıyılacak diyordu içten içe de Sadık. Otogar yolunda okunmuştu Ezan. Otogara geldiklerinde sadık ve kızları namazlarını otogardaki küçük ve soğuk mescitte eda ettiler ve yüce yaratıcıya dualarını ettiler. Hava artık yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı. Otobüs ise reyonda yerini almış, sanki bizi bekliyordu. Kızım Serap, çantasını teslim etmiş ve ayrılık saati gelmişti.
Serap, ile sadığın gözleri bir anda birbirlerini arar gibi göz göze geldiler ve sımsıkı sarıldılar Sanki her ne kadar mesafeler bizleri ayırsa da bizler yine biriz der gibi. Bir ara Serap babasının kulağına “ babacığım, vedayı biraz kısa tutalım çünkü çok kalabalık belki benim gibi babası olanların olduğu gibi olmayanlarda olabilir. Onların üzülmesini istemiyorum” diyerek vedayı kısa tuttular. Sonra Serap, kız kardeşi Zerrin ile de vedalaşıp İzmir’e doğru gitmek için otobüse bindi. Otobüs ise içerisinde emanetleri taşıyan süslü bir kutu gibi yola doğru çıkmaya hazırlanıyordu. Sonra ise yavaş yavaş Otobüs, otogardan ayrıldı. Sadık ve Zerrin üç kişi geldikleri otogardan iki kişi olarak ayrıldılar. Zaman sadece akıp geçmiyor. Senden bir şeyler alıp götürüyor da. Bazen elindekini…Bazen de gönlündekini...Bazen de zamanın öğrettiklerini, unutamıyor insan. Ya da o inceliğe gelmeden Kaba bir şekilde dünya sürgününü tamamlıyor. Yani kısaca ya tam anlayarak ya da tam anlamayarak. Ne mutlu tam anlayanlara. Esen kalın.