Dostlar, ” Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın” der Edebali.
Geçmişimizden habersiz olan bizler, yaşadığımız hayatta ,her yolun sonunu karanlık, karışık ve çıkmaz sokak gibi görüyoruz ve görüyor bu günün insanı. Öyle ise sıkıntı nedir? Ne oldu bizlere ve tüm insanlığa?
Evet bu günün insanı bir “nöbet“ geçirmiştir. Yürüdüğü düz ve aydınlık yolları unutmuş, yoldan ayrılmış, büyük bir zihin çöküntüsü yaşamıştır ve halende yaşıyoruz. Kendilerine ve kendimize yol gösterdi , kendisinden olmayanlar. Bizlere kılavuzluk yaptılar, bizden olmayanlar.
Demem o ki, yanlış bir boyun eğişle başladı çöküntü. Ve yanlış bir baş kaldırıyla sürüyor. Yontmaya başladıkları bozuk insandan söz ediyorum. Bu “insan“ kendi mutlak doğrularını unutmuş ( Allah’ın emir ve yasaklarını yani Kur’an-I Kerim’i). İhmal etmeye başladı. Yaşantısını , daha yaşım genç diyerek. Yada kapıldı ortamın gidişatına suyun üstünde yüzen bir çer çöp gibi. Aklı başına geldiğinde tutundu bir takım dallardan ama nafile. Çünkü Yılana sarılmıştı. Yılana anladın mı yılana.
Sonrada eylemsizliğin eylemine bıraktı kendini. Tabii bu arada, düşmanda boş durmadı. Aslında bütün bunlar düşmanının bir oyunuydu. Bir planıydı. Kendini sevmeyenlerin hayatına tutundu. Düşmanına özendi. Ve bu İnsan, bütün içtenliğiyle kucak açtı düşmanına. Bu açılan kucağın karşılığı ise kin ve buyuz. Artık bir umut bulamayan insanlık, bu defada “düşünme yeteneğini” kaybetti. Düşman ise içten içe gülüyordu. Çünkü gerçekleştirmişti amacını. Ortam hazırdı artık. Adım adım gerçekleşti insanlığa yön veren, insanlığı kurtaran ceddin torunlarını öz benliğinden nasıl ayrıldığının günü kutluyordu düşmanları.
Artık bu insanlığı yoğurmuştu, düşmanları, kendi istedikleri gibi. Aldanan bu insanlık büyülenmişti sanki. Ne düşüncesine, ne ruhuna, ne geçmişine, ne giyim tarzına bakabilmişti. Uyuşmuştu vücudu kış uykusuna yatan yılan misali bedeni.
Şaşırması bile kalmadı, anne ve babanın, oğlunun ve kızının yaptıklarına. Evlatlarına ve gelecek nesillere ürkek ürkek ve anlamsız gözlerle bakıyor ne hale geldiklerini görüyor ve sadece izliyor. Aslında o da farkında bir şeylerin yanlış gittiğinin. Yaşanılan terbiyesizlik, ahlaksızlık karşısında. Bazen yaşamanın gereksiz olduğunu düşünenlerde var. İntiharı bile düşünecek seviyeye getiriyor kurtuluş ümidini bulamayanlar.
Daha fazla yazıp da içimi ve içinizi karartmak istemiyorum. Öyleyse, bu insanlık buraya nasıl geldi? Bu orman karanlığına, bu ıssız yere, bu düşmanın koynuna nasıl girdi? Oysa bu insanın yeri değil buralar. Bu karanlık ortamlar.
Yanlış bir sese, yanlış bir çağrıya uydu. O yanlış sesin, o yanlış çağrının çağrısına uyarak, cennetinden ayrılmıştı. Bir sevgi ülkesinde iken sevgisiz kollarda buldu kendini. Vefa ülkesinden çıkarların konuşulduğu ortamda buldu kendini. O yabancı ses, kendi ülküsünden, kendi inancından uzaklaştırdı. Çünkü o yanlış sesin amacı buydu.
İnsanlığa asırlardır rehberlik ve önderlik yapmış olan medeniyet kendi değerlerinden uzaklaştıracaktı ki; planları uygulansın, yer yüzünde kaos ve göz yaşı hakim olsun. Onlar kendi acılarıyla, kendi çaresiz dertlerine derman ararlarken; kendileri ise yeryüzünün kanını emsinler.
Bu umutsuz karanlık günlerden nasıl kurtulur bu insanlık? Kurtulur mu? Çektiği sonsuz acılar, işlediği yanlışın kefareti sayılır mı? Kendini denetleyenler için umut kapısı her zaman açıktır. Ne var ki kendisine getirmek için bu insanı iyice bir sarsmak gerek. Dengesini yeniden bulana kadar sarsmak. Bir kez kendine gelip de o adı (Allah)’ı andığı zaman yüreklerinin derinliklerinden gelen Allah’ın üflemiş olduğu o ruh meydana çıktığı zaman, yeryüzü aydınlığa dönecektir. O zaman yeniden umabilme yeteneğini kazanacaktır. Umutlu oldukça da umduğu verilecektir ona. Umduğumuza kavuşabilmek dileğiyle.
Esen kalın. Güzel insanlar.