Batıya tepkiyle şekillenen dindarlık, kendisini tanımlarken bile hep bir karşıtlık üzerinden konuşuyor: batı ne yaptı, ne dedi, ne kurdu, ne yıktı diye. Böyle olunca da sapla saman birbirine karışıyor haliyle.
Kolonyalist (sömürgeci) sömürünün izlerini yadsımak mümkün mü? değil elbette. Fakat mazlumluk hissini sürekli diri tutmak, onu kimlik imzası gibi taşımak, uzun vadede hareketsizliğe yol açıyor. her türlü başarısızlığı açıklayan konforlu bir kalkan bulmuş oluyoruz kendimize. yani demem o ki “elimizden gelen sadece bu”. Başka bir şey yapamıyoruz. Yapmamız gereken sadece Oturup beklemek.
O zaman böyle mi olmalıydı insanlık. Eli kolu, aklı fikri bağlı durup beklemeli miydi?
Zalimlerin oyunları okadar çok ağırdı ki; yapılan oyunlar, kurulan tezgahlar şeytanı bile hayrette bırakır derecedeydi.
Kurtuluşumuz ise; insanlığın Bilhassa Müslümanların üzerine oynanan oyunları çözebilecek kabiliyette ve ahlakın zirvesini yaşayan nesiller yetiştirmek zorundayız.
Müslümanlarla oturup konuştuğumuzda zulmün edebiyatını yapan binlerce kişi var. Haydi sahaya inip insanları uyarıp birlik ve beraberliğimizi sağlayarak yola koyulalım dendiğinde kuranın ifadesiyle “yere çakılıp kalan” kalabalıklar olduk.
bilerek bazende sezerek de zulme sessiz kaldık. Oysa böyle sessiz mi kalınmalıydı?
Mazeretlerimiz çok. “biz kötüyüz çünkü onlar bizi sömürdü.”
“Biz geri kaldık çünkü onlar bize bunu yaptılar.”
“Biz bu hale geldik çünkü bizi hep aşağıladılar.” Gibi sorularla mı sınamalıydık kendimizi?
Ya da bütün bu söylemlere inat bu zülüm deryası içinde “biz ne yaptık?” sorusunu sorup narkozdan uyanan hasta gibi nerede olduğumuzu anlayıp ona göre yola koyulmamız gerekmez miydi?
Yanlışlarımızı doğrularımızı gözümüzün önünden geçirerek yola koyulmamız gerekir.
Bütün bu kötülükler yaşanırken hiç mi yanlışımız olmadı? hiç mi ihmalimiz, hiç mi gafletimiz, hiç mi ihmalkârlığımız yoktu? Sorularını kendimize sormamız gerekir.
Kendi cevabını üretmeyi bırakıp yalnızca sorulan sorulara cevap veren bir topluluk haline gelmişiz. Oysaki durum çok daha vahim. Bizlere değişik sorulur sorulurken, inançlarımız, ahlaklarımız, kırmızı çizgilerimizi ihmal etmişiz.
İnanç, sadece bir karşıtlıklar toplamı değil ki inanç bir iddiadır, bir teklif, bir çağrıdır. Tüm nesillere ve çağlara.
İnanan kişilerin yaptıkları kahramanlıklarla geçti bizim çocukluğumuz. Bu gün bizlerde yaparız bu kahramanlıkları. Çünkü insanlığını unutan insanlığa, medeniyeti getirmişiz.
Bu güzellikleri tarihimizde çok görmüşüz ve çok şahid olmuşuzdur.
Öyle değilimdir ki; elimizde koca bir tarih var.
Bu tarihin içinde binlerce başarılar da var, felaketler de. Biz kendi medeniyet birikimimizi unutarak konuşuyoruz. Sanki hiç şehir kurmamışız, hiç ilim üretmemişiz, hiç hukuk düşünmemişiz gibi.
Batının basit oyunlarıyla ekonomimiz bir anda alt üst oluyor. Sanki ekonomi bilmeyen bir medeniyetten gelmişiz gibi.
Oysa ki; Bu topraklarda yüzlerce yıl boyunca güçlü bir düşünce damarı vardı.
Bizler bu damara sahip çıkamadık. Sürekli batıya cevap vermekle meşgul olan bir zihnin içinde köreldik. Hazinelerin üzerinde oturupta beş parasız yaşayan zavallılara dönmüşüzde farkında değiliz.
Kendi müktesebatına kör, batının her kelimesine dikkat kesilmiş bir dindarlık yaşıyoruz. Sadece kimliğimizi değil, özgüvenimizi de yitirmişiz.
Oysaki telaşa ne hacet? Ölürse şehid, kalırsa yaşarsa zaferdi. Biz insanlığa müjdelenen.
Müjdelemişti bu ilkeyi bizleri yaratan.
Nedeyim dostlar son sözü şair söylesin.
“Ağlayın su yükselsin belki kurtulur gemi
Anne seccaden nerede bana dua et emi”.
Esen kalın güzel insanlar.







