Dostlar; Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de, kaliteli insanların (inananların) özellikleri anlatılırken, ahlakın bir özelliğinden bahseder ve der ki; “yeryüzünde böbürlenerek yürüme” diye bir uyarıda bulunur. Bu da inanan insanların, ahlakının bir özelliğidir. Böbürlenmemek (kibirlenmemek) yani mütevazı olmak.
Ne zaman kibirden konuşsam eş ve dostlarımın yanında, aklıma hep ilk olarak Abdülaziz Bekkine hazretlerinin şu sözü gelir; “bana kafiri getirin, kibirliyi getirmeyin”. Evet sadece bu söz bile, kibrin vahametini anlamamıza yeter de artar. Demek ki hem kibirden hem de kibirli kişi ya da kişilerden uzak durmamız gerekiyor. Yani demem o ki; ha kibrit ha kibir. İkisi de yakıcı ve yıkıcı. İkisi de insanda ağır yaralar bırakır.
Dücane Cündioğlu; “Büyük kayıp yaşanmadan yada yaşamadan irfan bulunmaz, kibirden uzaklaşılmaz”. Der bir yazısında. Demek ister ki, daha basit bir ifadeyle burnun sürtülmesinin gerekliliğini anlatır bizlere. Belki de burnu havada olmak deyiminin bir karşılığı da az-çok kibre kapı açar.
Öyleyse mü’mine yakışan nedir? Ne olmalıdır? Bize düşen kibir değil, İzzettir. Bu konuyu daha iyi anlayabilmemiz için biraz açarsak, mizah ile sululuk, gurur ile onur, nasıl aynı anlamları ifade etmezse, kibir ile izzette aynı anlamları ifade etmez. İkisi de ayrı dünyaları ifade eder. İnsan için, izzette ‘itibar ve şeref’ vardır. Kibir de yani kibirlide bunların hiç birisi yoktur. Arasan da bulamazsın zaten.
Kısacası büyüklük, ululuk, azamet gibi anlamlara gelen kibrin, insanda yasaklanması ancak ‘haddini bilme’ ile açıklanabilir.
Dostlar, kibir kurdu bir insana yerleşti mi o kurt, o insanı yer bitirir. Kendi kibir kuyusunda bocalar durur. O kibir kurdu, kalbe girdiği zaman, insan olmanın, insan kalabilmenin ince özellikleri yavaş yavaş yer ve bu özellikler kişide kaybolmaya başlar. Ve o kimseden ne vefa beklenir, ne merhamet, ne hakkaniyet, ne muhabbet beklenir. Ve beklenileceğine de İnanmıyorum. Yani demem o ki kalbin en büyük düşmanlarından biri kibirdir.
Yaşadığımız dünyaya tabiata baktığımızda kibir diye bir şey bulamayız. Bulduklarımız hep alçak gönüllük ve tevazuluktur. Bu yüzdendir belki de kırsal yerlerde yaşayanlar, şehirlilere nazaran çok daha tevazu sahibidir. Yaşamayan bilemez. Yaşayan ise farkı fark eder bu farkı.
Tabiatta her şey kendisidir. Bir başkası olmaya çalışmaz. Serçe serçedir, kendini kartal zannetmez. Kedi kedidir, kendini aslan zannetmez.
Meselenin özünü, Hüsrev Hatemi şöyle açıklar; “Kendim kalmaya özen gösterdim.”
Ne mutlu kendisi olanlara!
Ne mutlu kendisi olarak kalabilenlere! Esen kalın.
EyvAllah değerli hocam, zevk ile okuyoruz