‘Görmeyi umut etmeden önce, bakmayı öğrenmeliymiş insan’ diyordu Süleyman Özışık. Geçenlerde vefat etmişti. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Bende emeği çoktur Süleyman Özışık’ın ve Veys Ateş’in.
Süleyman Özışık ve Veys Ateş hocalarımız Gebze’ye geldiğim ilk senelerde, yaklaşık iki üç ay eğitim vermişlerdi. Çok şey öğrenmiştim kendilerinden. Evet bakmakla götürmek arasında fark var demek ki.
Bugünkü yazımı hayatımda yaşadığım bir kaç saat içerisinde yaşadığım duyguları siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum. Geçen hafta Perşembe günü ameliyat olmak için hazırlıklarımızı yaptık. Sabah namazlarımızı kılıp erkenden yola çıktık, kardeşim, kızım ve ben. İstanbul Hamidiye Etfal Hastanesine doğru.
Annem ve babamla vedalaşıp ayrıldım evden. Bu evden ayrılış her zamankinden farklıydı. Önceden görevim için evden çıktığım zaman ile ya da bir ihtiyacı almak için evden çıktığımın arasında çok fark vardı. Belki de gidip de dönmemek vardı. Aslında insan sadece bir sıkıntı esnasında bu hallere girmemeli.
Ölümün ne zaman geleceği hatırdan çıkmamalı. Bu zamana kadar belki de bu duyguyu hiç yaşamadım. Her işte bir Hikmet var. Sabahın serinliğinde yola çıkıyoruz. İçimde bir duygu hasıl oldu, aslında her zaman olması gereken bir duygu. Belki de bu benim için son sabah. Kısa bir tefekkür edip bunca günahla, tertemiz huzura nasıl varacaktı bu ruh?
İnsanlığa ve kainata rahmet olan peygamber ne diyecekti? Ve soruları sıraladım durdum. Yüce yaratıcının engin rahmetine sığınarak Fatih Köprüsünün çıkışına geldik. Bir iki yanılmayla hastaneye ulaştık.
Demem o ki dostlar; Ölüm her zaman var. İnsan ölüme her zaman hazırlıklı olmadı gerekiyormuş. Umudunuzdan, duâlarınızdan, şükrünüzden iyi niyetinizden asla vazgeçmeyin ve unutmayın; her mü'min, fetih adamıdır. Kimi kılıcıyla, kimi duruşuyla, kimi diliyle, kimi sabır ve metânetiyle Fâtih olur. Bu dünyada bu güzelliklere ulaşmak için çalışmalı insan. Belki de Allah’ın biz insanları ufaktan ufaktan uyarmaları bunun içindi.
Nimetinde ve zahmetinde insanlığı düşünen Allah’a ne kadar hamt etsek azdır. Bakıyorum da insanlığa ne kadarda çok uzaklaşmışız bu duygulardan bu güzel hasletlerden. Müslümanlar olarak bizler, kendimizi sadece dünyalık zannediyoruz. Hayatı bu dünyadan ibaret sanıyoruz. Bala konan sinek misali oymak bilmeden daldıkça dalıyoruz. Bunlar bu duygular kimyamızı bozuyor. Sonra dünya zülüm diyarı oluveriyor.
Aklıma bir anda; Tarık Tufan’ın şu sözleri geldi; “Şehrin en uzak ucundan bir adam koşarak geldi ve 'Ey kavmim!' dedi, 'Bu elçilere uyun! Sizden hiçbir karşılık beklemeyen ve kendileri doğru yolda olan bu kimselere uyun!”
(Yasin Suresi, 20-21)
...
O adam bizim şehrimize de koşarak gelse diyorum bazen. Gelse ve yanımıza otursa. Bize hayatı anlatsa. İyilikten söz etse, gökyüzünden gelen kutlu sözleri hatırlatsa sabırla.
…
Koşarak gelse. Biz tükenmeden, ruhumuzu tüketmeden önce gelse. Ne garip değil mi? Hiçbir öz ve hiçbir söz hiç kimsenin yüreğine değmiyor, artık... İhtiyacımız var, dünyayı sessize alıp, bir köşeye çekilip, Rabbbimize uzun uzun içimizi dökmeye...”
“İlahi Sen affeyle takatım yok,
Senin önünde lâyık ibadetim yok.”
Hoca Ahmet Yesevi
Esen kalın güzel insanlar.