Dostlar; bilmem hiç düşündük mü? Halkının yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede yaşıyoruz. Adlarımız (isimlerimiz), Müslüman adı.
Hal böyle olunca; adlarımız, İslami kimliği temsil ederken, ahlakımız bu kimlikten çok uzak. Hepimiz dert yanıyoruz, ortamın her geçen gün kötüye gittiğinden. Yalnız bu kötüye gidişe nasıl bir “dur” denileceği üzerinde kafa yormuyoruz.
Her zaman derim İslam’ın hakkının, hakkını verebilmemiz için bütün ön yargılarımızı yıkıp ya da olduğu yerde bırakarak, tıpkı ilk Müslümanların uyguladığı yöntemi uygulayarak yeni baştan “Müslüman” olmamız gerektiğini.
Zaten demiyor mu ki? Rabbimiz; “Ey iman eden kullarım, yeniden iman ediniz.” En başta da, İslam dışı olduğundan kimsenin kuşkusu bulunmayan alışkanlıklarımızı, özellikle zihni alışkanlıklarımızı, sürdürdüğümüz ya da toplumun bize kazandırdığı ister istemez yapmaya zorlandığımız bir takım İslam dışı tavır ve davranışlarımızı bırakmamız gerekiyor. Bu bir bakıma “imanımızı yenileme” anlamına geliyor. Çünkü “iman yenilemek” kişinin hata ve kusurlarını görüp giderme yolunda bireysel bir çabasıdır. Bizler de bu çabalarımızla, kendimizi ilk kez Müslüman oluyor gibi duyumsamamız lazım. Bütün geçmişimizi, bir daha onlarla hiç bir biçimde ilgimiz kalmamacasına, saf, halis bir İslam toplumuna ilk kez, yeni bir Müslüman olarak giriyormuşçasına teslim olma haliyle başlamamız gerekir.
Her şeye sıfırdan başlayacağız. Belki şu ana kadar kendimizi Müslüman sayıyor olabiliriz fakat yaşadığımız “o” hayatın ikiyüzlü olduğunu kendi kendimize itiraf ediyoruz. Bir yiğitlik olsun diye değil; hayır, yaşamaya istekli olduğumuz din öyle gerektirdiği için bu itirafta bulunmamız gerekir. Sonra da o ilk Müslümanlar kendi yaşama tarzlarını nasıl oluşturdularsa, peygamber (A.S) nasıl olmaları gerektiğini öğrettiyse o şekilde yeniden hayat tarzımızı oluşturmaya girişmemiz gerekecektir.
Öyle ki bu hayat tarzını, Nebi (A.S) sahabeleri yetiştirdiği gibi, üstün ahlakı, doğruluğu, edebi, yardım severliği, vefayı, sevgiyi, saygıyı, karşımızdaki insanlara değerinin büyük olduğunu ispatlamamız ve bu konuda lider, örnek bir kişi olmamızın gerektiği konusunda hepimiz üzerimize düşen görevi yerine getirmeliyiz.
Nebi (A.S) zamanında, Medine’de bir kuraklık baş gösterir. Öyle ki kuraklık sebebiyle hayvanlar ve çocuklar telef olmaya başlarlar. Medine’nin yakın civarlarından müşrik bir kabile, reisiyle Medine’ye gelir ve Hz Muhammed’den (S.A.V) yardım talebinde bulunur. Peygamber (A.S) durumu bir namaz öncesi ashabıyla arkadaşlarıyla konuşur, o kabile için herkes bir takım yardımlarda bulunurlar. Bu yardımları gören kabile reisi şunun farkına varır ki kendi ihtiyaçları varken, inananların seve seve infakta bulunulduğunu görür. Sonra ihtiyaç malları develerine yüklenir. Geldiği köye gitmek için Yollara düşer kabile reisi. Kendilerini karşılamaya gelen halka ilk dediği “söz” kabile reisinin; “ey ahali gidiniz ve hepiniz Müslüman olunuz. Vallahi, Hz. Muhammed ve arkadaşları kendi ihtiyaçları varken bile nasıl seve seve yardım yaptıklarını gördüm.” dediği oluyor. Onlara bu özellik ve güzellikleri veren “Allah’tır” diyor. Çünkü Müslüman olmak çaba gerektirir, bir duruş gerektirir. Allah inananlara ne muazzam bir özellik ve güzellik yüklemiş olduğunu hepimiz görüyoruz.
Bu gün ümmetin haline bir baksak ya; halimiz ne kadar gerilere gitmiş. O islam ahlakından. Artık Allah’ın sormuş olduğu şu soruyu “nereye gidiyorsunuz” sorusunu her bir Müslüman’ın kendisine sorması gerekir. Gittiği yerin farkına vararak, nerede olduğunun bilincine ulaşarak “ benim bu gidişim nereye?” sorusunu sorması ve sormamız gerekir.
Öyleyse ey Müslümanlar! “nereye gidiyorsunuz”