Dostlar; Yüce yaratıcı , insanı çamurdan yarattığında, insana kendi ruhundan, “ruh” üflediğini kitamızda anlatır. Bu “ruh” bu “ öz” kişiyi kişilikli kılar. “Öz” kişilikli olunca , biçimde (şekil) de kişilikli olur.
Öz ve biçim, insanda hiç bir zaman ayrılmaması gereken, hakikat gerçeğinin iki yüzüdür. “Öz”den kastım, kalb ve vicdan dır. Biçimden kastım ise şekildir. Dış görünüştür. Mevlana öyle der. “kalb bir deniz yada okyanustur. Dil ise kıyı. Kalpte ne var ise kıyıya o vurur”. Hakikatiyle bize “öz” ve “ biçimi” çok güzel bir şekilde açıklamıştır.
Kalbimiz, sadece “öz” yada “biçim” ( şekil ) mükemmelliği peşinde olmaz. İki cihetten de tamlığı arzular. Bu ikisinden biri olan “öz” ( kalp) bozulunca , “biçimin “ ( şeklin ) dilin bozulduğunuda görürüz. Dilin hakikati söylememesi insanlığın kalitesinin en dibe vurduğu noktadır.
“Biçim”deki (Şekilde )bir noksanlık, “öz” de bi noksanlığın habercisidir. Özdeki bozukluğu ise şekilde yada biçimdeki olumlama ile kapatamazsınız. Çünkü çekirdekte bir sıkıntı var demektir. Demek oluyorki en azından “öz”e anlamca bir öncelik tanımak doğru bir davranış olacaktır.
Öz ile biçim arasındaki ilişkiye ; alış verişte diyebiliriz birinin öbüründen daha ağırlıklı olması durumu etkilemez. Çünkü ikisi arasında bir bütünlük bir tamlık vardır.
Medeniyetlerde önce “ öz” den bir yitiriliş başlar. Yani bir medeniyeti, bir toplumu , bir kabileyi , bir aileyi , bir kişi yıkmak istersen önce işe “ öz”den başlaman gerekir. Bu kaybedişte dışını “biçimini” ne kadar süslersen süsle değer ve kaliten düşmüştür. Eski sen, sen değilsindir artık. “Öz” deki bu bozuluş “biçime” ( şekile) de sirayet etmişse toplumda adeta bir panik ve kaygı halini alır. Artık bir takım kişiler “ biçimi” ( şekli ) korumak İçin seferber olur. Halbuki insanlık bu dereceye gelmeden savunma hattını “ öz” de başlatmalıydı. Hastalık biçime kadar sirayet etmişse “kökleşmiş” demektir.
Eğer insanlık, bu çöküşün farkına vardıysa , yeniden bir dirilişin yeniden bir doğuşun gerçekleşmesi için, düzeltmemiz gereken kısım “ biçim “ ( şekil ) değil “öz” olmalıdır. Öz’ den başlanılmalıdır. Önce için (öz) onarılışı dışa sirayet edecektir. “ Öz” ün sağlığına kavuşmasıyla “ biçimin” düzelmesinide gerçekleştirir.
Şu anda yaşadığımız zamana baktığımız zaman, şimdiki halimizi Tanzimat’tan önceki halimizle karşılaştırdığımızda , yıkımın ne kadar büyük olduğunu görüyoruz. Biçime verdiğimiz değeri “ öz” e vermediğimizi görüyoruz. Şekli öze tercih etmişiz. Giderek zihin dünyamızı soyuta ( manevi) değerlere kapattığımızı görüyoruz. Oysa medeniyet demek; somutu ( görüneni) aşma, soyuta ( görünmeyene) ulaşma ve yeniden somut ( görüneni ) fethetme demektir.
Toplumumuz sadece dış ve biçim ( şekil ) alanında değil , asıl “ iç”planda da “ öz”ü de zedelenmiştir. Batı; asıl ruhumuzu hedef almıştır. Şekil ve kılık kıyafetimizi değil. Asıl yıktığı “iç” imizdir. “ Öz” ümüzdür.
O halde tutum ve davranışımızı, metodumuzu hemen değiştirmemiz gerekir. Parçayı değil, bütünü görmeliyiz. Biçimci ( şekilci) değil “öz” cü olmalıyız. Yüzeyli değil derinlikli olmalıyız.
İkiyüz yıldır İslam aleminin ıstırabı , bu metot yanlışlığından kaynaklanıyor. Ve bu eğilim, dışa önem verip , içi küçümsemeden kaynaklanıyor. Şekilleri düzelte düzelte öze varamayız. Bu yol en uzun yoldur. Yolu bize insanlığın en kutlu adamı, yeryüzünün gelmiş geçmiş bir numaralı lideri , Hz Muhammed “ öz”ü imar etmekle göstermiştir. Yoluna “ öz”ü imar ederek başlamış ve başarılı olmuştur. İnsanlığın dibe vurduğu bir anda , insanlığa örnek, önder, lider ve peygamber olarak gönderilmiş kısa bir zaman diliminde cahiliye diye bildiğimiz çağı, Saadet çağına çevirmiştir.
Ne mutlu özünü Kur’an ve sünnet ile imar edenlere!
Ne mutlu özüyle biçimini bir edenlere! Esen kalın güzel insanlar.