Rabbine teslim olan kul ne güzeldir. Hem ; insanlığa güzel örnek olan insanlar ( peygamberler) ,bu teslimiyetin zirvesini yaşamamışlar mıydı?. Bu yaşantılarıyla biz insanoğluna, yolunu ( istikameti ) , bulmalarına sebep değiller miydi? herbirileri.
Peki o zaman ;Nedir bu göğe baktığımız...
Nedir arayıpta bulamadığımız...
Kuşlar mı eksik orda...
Yoksa umutlarımız mı takıldı bulutlara?...ne yapmamız gerekli o zaman?
'Ben Rabbimi, ben kaderimi severim' diyerek yürüyen, ayağına cam kırıkları batsa da 'Allah' diyen, rüzgarın hangi taraftan estiğine aldırmayıp çöl olan yüreğine gökten yağmur bekleyen kul ne güzel bir kul değil midir?
Sahi bu demek değil miydi zaten hayatın anlamı.
“O” bu gün, yıllar geçse de adları ( isimleri) unutulmayan güzel insanların , unutulmamalarını engelleyen güzellikler bunlar değil miydi?
Belki de bu satırları yazmamda ki ana sebebim, okuduğum bir kitabın etkisiydi. Hz Yusuf’tu. “YUSUFUN ÜÇ GÖMLEĞİ” belkide Yusuf’u anımsatan yaşantılardı. Daha küçükken başlamıştı onun sınavıda.
Köyümüzde trafik kazasında bir genç kız vefat etmişti. Kaza yapmış oldukları ilde bir arkadaşım vardı. Bende o aralar memleketimdeydim. Arkadaşı yapmamız gereken bir ‘iş’ var mı? Diye aramıştım. Aradığımda arkadaşım öyle demişti. Kadının eşi ve çocukları için “ bunların imtihanıda daha erken başladı”.
Varlığı da yokluğu da imtihan
görüp , avucunda dua biriktirmeyi
'kederle' öğrenir insan. Yada bir hiç uğruna hayatını mahveder. Öyle ise öyle der Bilge kişi. "Uçan Kuş Bile Eşini Bilir Ve Sürüsünü Bulur. Sen İnsansın, İçine Karışacağın Adamları İyi Seç.”
[ Yusuf Has Hacib ]. İyi seçip iyi anlamalı.
Bu günlerde bende Atakan Gülgar’ın dediği yerdeyim. Öyle der bir yazısında. “Bu günlerde gökyüzüne uzanan iki apartman arasında kalmış gecekondu gibiyim. Üzerimde müstakil ev yalnızlığı içimden kentsel dönüşüm tedirginliği var”. Hayat bu ; bazen bu durumda olabiliyor insan.
Sahi neydi bu kadar incinmeler. Ne yapmalıydı ? yada ne yapmamalıydı?
Dümdüz yolda yürürken , ayağımız bazen bir şeye takılır hani. Dönüp ayağımızı acıtan şey nedir diye bakarız önce. Bilmek acıdan daha mühimdir bazen.
O halde; Âh o insan.
Bir şey kaybedip de el yordamıyla
onu arayan, hatıralardan,
sancılardan ve yokluktan dolayı
burnu sızlayan insan.yoksa sen ; Yeni bir savaşa mi girdin, yakanı bırakmıyor mu hastalıklar, vefasızlar gemini terk mi etti?
Üzerin tozlanmış,
saçların dağılmış ve gözlerin nemlenmiş.
Hâlin Yakub aleyhisselami andırıyor sanki.
Onunda gözlerinden yaş akmış ama kurtuluş ve kavuşma ümidini hiç kesmemişti. "Yemin olsun, ben Yûsuf'un kokusunu alıyorum!" Demiş ti ve bu Ümit ile yaşamıştı.
saçların dağılmış ve gözlerin nemlenmiş.
Hâlin Yakub aleyhisselami andırıyor sanki.
Onunda gözlerinden yaş akmış ama kurtuluş ve kavuşma ümidini hiç kesmemişti. "Yemin olsun, ben Yûsuf'un kokusunu alıyorum!" Demiş ti ve bu Ümit ile yaşamıştı.
Belkide kırılan yerden gün doğar. Yitirmemek lazım ümitleri.
Belkide hayat, meyve veren bir ağaçtı. Sabrettikçe gürleşen, gürleştikçe meyvesi olgunlaşan. Hayat bir “sır”dır, belkide “sır” dan anlayanlar İçin.
Yazıma üstadın bir dizesiyle son vereceğim. “ Ben bir garip insanım. Ne tahtım var ne tacım. Tut elimden Allahım , yalnız sana muhtacım”.
Esen kalın.
Esen kalın.