Kıymetli okurlarım; bizler şu fani alemde, ahiretin baki yolcularıyız. Bizler; ahirete inanan bir milletiz. Bize ayrılmış, şu zaman diliminde, insanoğlunun hayatını dolu dolu geçirmesi, boşa geçmiş israf edilmiş bir yaşam bırakmaması gerekir. Aynı zamanda hal ve hareketleri ile yaşamında bir ‘iz’ bırakmaya gayret etmelidir. Bu ‘iz’ i bırakan kişilerin hayatına zulüm karıştırmamalı ve zulme asla meydan vermemelidir.
Zulüm nedir öyleyse?
Zulüm; insanın bilerek, isteyerek başkasının ruh ve bedenine acı yapmasıdır. Zulüm, merhametsiz kalplerde gelişir. Kaynağı kişideki hırs, haset, kin ve menfaat duygusu gibi bütün hayvani ihtiraslar ve duygu yumağıdır.
İnsanlık tarihini bir baktığımızda dünyamız, zulmün zirvelerine şahit olmuştur. Büyük zalimlerin binlerce ürpertici tablolarını televizyonlarımızdan izliyoruz. Hatta geçmiş tarihimizi kitaplardaki hatıralardan okumuşuzdur. Gerçekte hepimizin etrafı zulümlerle çevrilidir. Sade Neron zalim değil, Esat zalim değil, firavun zalim değil. Baba mirasının bütününü ele geçirmek için tuzak kuran kardeşte zalimdir. Kadın, ayrılan eşinden çocuğuna babası hakkında iftiralar atarak, o evladın babasına karşı ahlaksız ve hakaret vari sözlerle ölümüne sebebiyet veren ana da zalimdir. O evlatlarını ve eşini nefsinin uğrunda terk eden baba da zalimdir. Demem o ki; sade devletlerde zalim değildir. Hayatları karartan umutları söndüren insan da zalimdir. İsa peygambere ihanet edip, Romalılara bildiren Yehuda kadar, belki ondan da fazla günahsız gönülleri her gün zehirleyen yayınlar, gazeteler, radyolar, televizyonlar ve elimizdeki vaktimizi ve ömrümüzü çalan telefon uygulamaları da zalimdir.
Bizi yakından kuşatan bu zalimler, insanlığın tarihini çevreleyen ünlü ve büyük zalimlerden belki yüz defa belki de yüzden daha fazla zalimdirler. Bedene yapılan işkence, acı ve vahşetlere zülüm denilse de, asıl ruha yapılan baskılarla, onu (ruhu) karartıp çökerten ve ondaki güzelliği, sevgiyi, huzuru ve mutluluğu yok eden şiddetlere de ‘zulüm’ demek doğru olur.
Ruhumuzun derinliklerinde bizimde farkında olmadan kendimize yaptığımız zulme ise ne demeli. Evimizde zulüm, şehrimizde zulüm, dünyamızda zulüm doludur. Sanki dünyamız zulüm yağmuru altıda bulunuyor. Hayatı tahammül edilemez yapanda budur. Hayat yolunda, fırsatını bulup ta kuvvete dayanan her insan etrafına zulüm yapmak istiyor. İşverenler ayrı zulüm yapıyorlardı çalışanlarına, şimdi ise çalışan ellerde zulüm yapıyor. Kurtuluşunu böyle çıkar sağlayarak bulacağını sanan zavallılar aslında zulüm ile abad olunamayacağını bilmeleri gerekir.
Sözlerimi daha fazla uzatmadan yazar Safiye Çetinkaya’nın sözleriyle son verme istiyorum; “Biz paslı bir makasla budanmış medeniyetin çocuklarıyız...
Bazı yaralarımız kangren olmuş,
Bazıları iyileşmeye yüz tutmuş...
Bir medeniyet içinde merhamet, zarafet, incelik barındırmıyorsa geldiğimiz yer medeniyet değildir. Kameralı korunan, çelik kapılar ardındaki evlerde hala güven korkusu yaşanıyorsa geldiğimiz nokta yine medeniyet değildir.”
Hayatımıza zulüm bulaştırmamak dileğiyle… Esen kalın.
Teşekkür ederim. Güzel kızım
Maşallah ne güzel yazmışsınız elinize aklınıza sağlık sizde esen kalın..