Öncelikle Allah’ın adl/adil olduğunun ve O’nun mülkünün adalet üzre kurulmuş olduğunun bilinmesi gerekmektedir.
Zerreden kürreye kâinattaki adalet, insanın bedenindeki adalet, yönetimdeki, ekonomideki adalet. Hatta duygulardaki adalet.
"Adalet mülkün temelidir" sözü sadece yönetimle ilgili değil, çok daha geniş anlamda geçerlidir.
Mülk kelimesi hem bir şeyin çıplak mülkiyetini, hem mutlak egemenliğini, yani hem maddi hem manevi varlığında söz ve tasarruf sahibi olmayı anlatır. Sadece maddi varlığına, yani çıplak mülkiyetine sahip olmak çoğu zaman ‘milk’ kelimesiyle ifade edilir. Birincinin ismi faili ‘melik’ ikincinin ise ‘malik’tir.
Bu sebeple Ebu Hanife Fatiha’daki ‘maliki yevmi’d-din’ kıraati yerine ‘melik-i yevmi’d-din’ kıraatini tercih eder. Çünkü Allah bir şeyin sadece çıplak mülkiyetine değil, hem milkine hem de mülküne ve melekütüne sahiptir. Melekut, görünmeyen arka plandır, manevi boyuttur.
Yüce Rabbimizin bir ismi de Adl’dir. Adl, öncelikle adil olan demektir. Ancak kelime mastar bir isim olduğu için sadece adil değil, adaletin bizatihi kendisi, kaynağı, mutlak adil anlamındadır.
Kısaca, Allah’tan başka her şey O’nun mülküdür ve O mülkünün devamını ancak adaletle sağlamaktadır. Atomdan-evrene her şey hassas bir takdir/ölçü ve düzen içinde ve tam olması gerektiği gibi çalışır.
Adalet her şeyi yerli yerine koymaksa, demek ki kâinatta, yani mikrodan-makroya, bütün varlıkta geçerli prensip adalettir. Aksi takdirde kaos olurdu.
İmam-Gazali; Var olanın bundan daha güzel var olması mümkün değildir der. O halde varlığın varlık olmasında ve sürmesinde geçerli kanun adalettir. Fezadaki milyarlarca dünya yerli yerine öyle hassas ölçülerle konmuştur ve öyle hassas ölçülerle hareket etmektedir ki, birisi yerinden bir santim oynasa adalet bozulur ve varlık darmadağın olur.
‘Yedi semayı birbiriyle öyle uyumlu yaratmıştır ki, Rahman’ın yarattığında hiçbir uyumsuzluk göremezsin, çevir gözünü bak, bir kusur görebilir misin? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir, o göz yorgun argın sana dönecektir’ (Mülk 3-4).
‘Ne yücedir senin Rabbin ki, yaratıp biçim ve düzen veren, her şeyi ölçülü kılıp yoluna koyan O’ (A’la 2-3). ‘Seni yaratan her şeyini mütenasip kılan böylece sende adalet/denge yaratan O’ (İnfitar 7).
Demek ki, insan bedeninde hâkim olan düzen de adalettir. Her bir organın hatta her bir hücrenin görevi hassas takdir ve ölçülerle belirlenmiş ve kendiliğinden yürür hale getirilmiştir. Eğer burada da bir fesat, çürüme ve bozulma varsa bunu da insan yapmaktadır. Yani insan kendi varlığındaki düzeni ve adaleti de bozabilir, kendi kendisinin zalimi olabilir.
‘Kendi yörüngesinde yüzüp duran güneş de onlar için bir delildir. İşte bu Aziz/mutlak galip ve Alîm/her şeyi bilen Allah’ın bir takdiridir. Biz Ay’a da menziller takdir ettik, dönüp dolaşıp eski hurma sapı gibi oluyor. Ne Güneş Aya erişebiliyor, ne gece gündüzü geçebiliyor. Her biri bir yörüngede yüzüp duruyor’. (Ya-Sin 38-40)
İşte adalet mülkün esasıdır sözünü öncelikle bu çerçevede anlamak gerekir.
Bu aynı zamanda şu anlama gelir: Kainattaki küçük bir kaos koskoca kainatın fesadına, yani adaletin bozulmasına sebep oluyorsa, insana bırakılan alanlarda ve yönetimlerde de adaletsizliğin olması fesada, dağılmaya, çürümeye ve adaletin zıddı olan zulme sebep olur.