İnsanoğlunun bu dünyada da öbür dünyada da en büyük ve sonsuz hazinesi, sahip olduğu güzel ahlâk ve edebidir.
Onun, yani insanın bütün değer ve kıymeti de ancak bu ulvî ve şerefli hazinesinin kıymet ve değeri kadardır.
Nitekim Cenab-ı Hak, Hazreti Peygamber’in yüksek değerini ifade sadedinde ayet-i kerimede;
“Şüphesiz ki Sen, yüce bir ahlâk üzeresin” (el-Kalem, 4) buyurmuştur.
Hazreti Peygamber-Sallallahu Aleyhi ve Sellem- de;
“Ben başka bir maksatla değil, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (İmam Mâlik, Muvatta, Hüsnü’l-hulk, 8) buyurarak vazifesini tarif etmiş ve bütün insanlık âlemine ‘üsve-i hasene’, yani mükemmel bir ahlâk numunesi olmuştur.
Bu bakımdan ahlâk, dinin özünü teşkil etmiştir.
İnsanlık tarihi, peygamberlerin eşsiz güzellikteki nice ahlâkî davranış tezahürleriyle doludur. Bunun en güzel misallerinden birisi şüphesiz Hazret-i Yusuf-Aleyhisselam’dır. O, ayet-i kerimede buyurulduğu üzere kendisine açık bir şekilde zulmetmiş olan kardeşlerine;
“Bugün size başa kakma ve ayıplama yoktur, Allah sizi affetsin! O merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yusuf, 92) diyerek, affedebilmenin kâbına varılmaz bir misalini sergilemiştir.
Bu itibarla Peygamber Efendimiz -Sallallahu Aleyhi ve Sellem-;
“Mü’minlerin iman cihetinden en mükemmeli, ahlaken en güzel olanıdır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 250) şeklindeki beyanlarıyla, ahlakın, imanın meyvesi ve kemâlinin alâmeti olduğuna işaret buyurmuşlardır.
Dolayısıyla güzel bir kul olmak isteyen herkes, öncelikle nefsini daima hesaba çekmeli, kendisinde hangi kötü ahlâk varsa bunların her birini tedricî bir surette terk etmeye azmedip tövbe etmelidir. Daha sonra da bu kötü huyların tersi ve mukabili olan güzel ahlâk ile ahlaklanmaya çalışmalıdır. Meselâ kibre mağlûp biriyse, tevazu ve mahviyete bürünmelidir. Kin ve hasetle malul biriyse, mümin kardeşlerini kendisinden üstün görüp, onların kusurlarından önce kendi kusurlarıyla meşgul olmalıdır.
Müminin mümin için bir ayna olduğunu, kötü gözle baktığında kötülükler; iyi gözle baktığında ise güzellikler göreceğini düşünmeli ve nefsini müminlerin güzel yönleriyle meşgul etmelidir.
İnsanın iç yapısında biri hayrı ve takvayı, diğeri şerri ve isyanı emreden iki zıt kutup vardır. Herkes, bir ömür bu iki zıt kutbun çatışmalarıyla hâl ve gidişatına istikamet vermektedir. Takva galip geldiğinde, salih amellere ve güzel ahlâka yönelmekte; aksine fücur galip geldiğinde ise türlü günahlara ve ahlâksızlıklara düşmektedir.
Ayet-i kerimede buyurulur:
“(Allah,) ona (yani insana) fücuru da takvayı da ilham etmiştir.” (eş-Şems, 8)