Küçükken büyüklerimizin sorduğu klasik bir soru vardı. Hala da değişmedi, değişeceğini de sanmıyorum. Yüzyıllara meydan okuyan bir soru bu. “Büyüyünce ne olacaksın?”… Büyüyünce ne olacaksın sorusu karşısında çocuklar farklı cevaplar verebilir. Bu cevabı verirken en çok etkilendikleri kişilerin yaptığı işi söyler.
Bana da henüz ilkokul sıralarında ne büyünce ne olacaksın diye sorulduğunda uzun bir süre pilot olacağım derdim. Uçmaya hevesim vardı, kuşların özgürlüğünü kıskanıyordum belki… Canları nereye gitmek istiyorsa gidiyorlar, şehir değişir gibi ülke değişiyorlardı. Olduğum yerde olmamak, sürekli bir değişim ve dönüşümün içinde olma arzusuyla pilot olmak istediğimi söylerdim. Ben pilot olacağım diye bir metin vardı yanılmıyorsam ilkokul 1. Sınıf kitabında. Ezbere biliyordum o okuma parçasını…
Sonraki yıllarda fikrim değişti. Gerçek özgürlüğün aslında kuşun kanatlarında değil basının kaleminde olduğunu fark ettim. Bugün bir çoğu aramızda olmayan usta gazetecileri takip eder hayranlıkla izlerdim. Henüz 9-10 yaşındayken elime kumandayı alıp haber sunar, harçlıklarımla gazete alırdım. Bu sefer çok emindim o sorunun cevabını net biliyordum. Ben büyünce gazeteci olacaktım! Eğitim hayatında başarılı bir çocuktum, istediğim üniversitede hayalini kurduğum gazetecilik bölümünü kazanmak zor olmadı. Hayallerimin şehrinde gerçekten hayalimin de ötesinde bir üniversite dönemi geçirdim. Ulusal basınlarda staj yapıp daha sonra çalışma imkanım oldu. Asla yorulmadım, asla yıpranmadım. Bir haber varsa eğer kalbimin pır pır atışı bana hayat veriyordu. Gazeteci olmak gazetecilik yapmak bir iş değildi çünkü. Yaşam tarzıydı, girmediğin ortamlar, tanışmadığın kimse kalmıyordu. En güzel yıllarım ne diye geriye baktığımda gazeteciliğe hevesle başlayıp icra ettiğim yıllar derim…
Sonra ne mi oldu basının diğer yüzüyle tanıştım. Liyakatsizlikle, başkasının hakkını savunurken kendi hakkını savunamayışınla, kuştan özgür olduğunu düşündüğüm o kalemlerin aslında sahipli olduğunu, iyi şeyler yapmak isteyenlerin önünün nasıl kapatıldığını gördüm, yaşadım. Kalemin sağlamlığının, bilginin, tecrübenin, deneyimin hiçbir işe yaramadığını asıl iş görenin birilerin kolunun kanadının altına girmek olduğunu anladım. Hayalim olan mesleğimden soğudum ama içime giren o aşk asla bitmedi, biliyorum ki ömrümün sonuna kadar bitmeyecek. Çevremde olup bitenlere asla sıradan bir gözle bakamayacağım, gazete denilince hep içim titreyecek…
Her 10 Ocak Gazeteciler Günü olarak kutlanır. Ve ben her 10 Ocak’ta buruk bir sevinç yaşarım. Çünkü bu meslekte çalışmak, çalışabilmek o kadar zor ki. Çalışanın hakkını aldığını pek göremezsiniz, çalışmanın karşılığının maaş olmadığı bir iştir bu. Sevdadır çünkü. Bu yüzden bu mesleğin çalışanından çok çalışamayanını görürsünüz. Çalışanın değil de gönlünü bu mesleğe veren herkesin gazeteciler gününü kutluyorum.
Ve mesleğe değer verdiğini, öenm verdiğini belirten bütün söz sahibi büyüklerimize sesleniyorum. Gazetecilik mesleği alanında eğitim almış, okulunu okumuş ve bu işi yapmak isteyeni çalıştırın. Bir tanıdığın tanıdığı iş sahibi olsun diye boşuna makam mevki işkal ettirmeyin. Çünkü bu iş tanıdığın oğlunun-kızının-torununun-eniştesinin-yengesinşn-eltisinin-görümcesinin yapacağı iş değildir…
Dileğim bütün basın emekçilerinin bir gün hak ettiği haklarını alabilmeleri, bu mesleğin cefasını çekerken sefasını da sürebilmeleri. Kalemlerin her daim kuşlardan daha özgür olduğu günleriniz olsun. Bütün basın emekçisi abilerim, ablalarım, kardeşlerim hepimizin günü kutlu olsun…