Bir şeyin vücut sahasına çıkması için bütün şartların ve parçaların bir araya gelmesi gereklidir.
Vücut sahasına çıkmış bir şeyin yok edilmesi ise çok kolay ve basittir.
Mesela, bir insanın varlık alanına çıkıp, bir an yaşaması için, milyonlarca şart ve imkanların bir araya gelmesi gerekir.
Ama insanın varlık alanından silinmesi için, bir şartı yok etmek yeterlidir. Bundan dolayı “tahrip kolaydır” tamir ve yapmak ise zordur, denilmiştir.
Mizaç ve karakter olarak zayıf ve alçak adamlar tamire değil, tahribe eğilimlidirler.
Mesela bir orman ve bahçenin vücut bulabilmesi için, çok zaman ve çaba gerektirir ve meşakkatlidir. Ama bu orman ve bahçenin yok edilip, harap olması çok basit ve kolaydır. Bir kibrit atmakla o senelerin mahsulü olan orman ve bahçe bir anda yok edilebilir.
İşte Üstad Bediüzzaman Hz., "aciz adam" diye işaret ettiği;
mizacı ve fıtratı kokuşmuş adamlar, zor ve meşakkatli olan tamir yolunu değil, kolay ve basit olan tahrip yolunu seçerler.
Bu yüzden pest ve zelil adamlar, bir işte fail ve kahraman gibi durmak için, mecburen tahrip yolunu seçerler. Zira tamir yolu içinde bir zerre ve adi bir şart gibi dururken, tahrip ve yıkmak yolunda fâil ve o işin hakiki sahibi gibi duruyor.
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un konuyu özetleyen şu mısraları calib-i dikkattir.
“Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen,
İki kazma kürek, iki de ırgat gerek.
Ancak, hadi gel yapalım şunu geri desen,
Bir Sinan, bir de Süleyman gerek.”
Üstad Bediüzzaman Hz.nin şu tespitleri bizler icin inşallah istifadeye Medar olacak hakikatlerdir.
"Ekseriyet-i mutlaka ile dalalet ve şer, menfidir ve tahriptir ve ademidir ve bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müspettir ve vücudidir ve imar ve tamirdir.
Herkesçe malumdur ki yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam, bir günde tahrip eder. Evet, bütün aza-yı esasiyenin ve şerait-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam eden hayat-ı insan, Halık-ı Zülcelal’in kudretine mahsus olduğu halde; bir zalim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nispeten ademi olan mevte o insanı mazhar eder. Onun için “Et-tahribü eshel” durub-u emsal hükmüne geçmiş.
İşte bu sırdandır ki ehl-i dalalet, hakikaten zayıf bir kuvvet ile pek kuvvetli ehl-i hakka bazen galip oluyor.
Fakat ehl-i hakkın öyle muhkem bir kalesi var ki onda tahassun ettikleri vakit, o müthiş düşmanlar yanaşamazlar, bir halt edemezler.
Eğer muvakkat bir zarar verseler وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقٖينَ sırrıyla ebedî bir sevap ve menfaatle o zarar telafi edilir. O kale-i metin, o hısn-ı hasîn ise şeriat-ı Muhammediye (ASM) ve sünnet-i Ahmediyedir (ASM)."
Allah razı olsun