Aleme ibretle nazar edip dikkatle baktığımız zaman Cenabı Allah(C.C)’ın bu alemde hiçbir şeyi başıboş yaratmadığını ve her şeyin bir hikmeti ve gayesi olduğunu müşahede ederiz. Peki insanoğlunun yaratılış hikmet ve gayesi nedir?
Rabbimiz Ahseni Takvim (en güzel bir biçimde) yaratmış olduğu insanoğlunun yaratılış hikmet ve gayesini "Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?(Müminün- 115)”, “O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. (Mülk -2)” , “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım!(Zâriyât, 56)” buyurduğu ayetlerinde beyan etmiştir.
Bu hususta gerçekleri okuyabilmek için fıtratımızı İslam Fıtratı üzere yaratmış, "Üsve-i Hasene" (En güzel örnek) Sevgili Peygamber Efendimizi ve "Furkani" (İyiyi kötüden ayıran) Kerim Kitabımızı bizlere Rehber kılmıştır.
Sadece bizleri vâr edene kul olmak için de öncelikle ûsve-i hasene olarak gönderilen Efendimiz (S.A.V)'i, Kuran-ı Kerim'i ve Kainat Kitabını araştırarak öğrenmeye ve ihlas ile yaşamaya ihtiyacımız var.
Rabbimizi bize tanıtan bu tanıtıcıları okumak tabii ki ilimle elde edilecek hususlardandır. Rabbimiz “Kulları içinden Allah’tan hakkıyla ancak ilim sahipleri haşyet duyar(Fatır-28)” buyuruyor.
Haşyet ifadesi saygı, sevgi, boyun eğme, ürperme, hayranlık gibi duyguların hepsini aynı anda ifade ediyor. Haşyet duygusunun içinde muhabbet, tazim, havf, reca, tevekkül, inabe, dua gibi duygular ve ameller var. Allah’a karşı ne kadar haşyetiniz varsa O’nu o kadar tanıyorsunuz demektir.
Meselâ, bir yaprağa nazar ettiğimizde, biz o nazenin mahluku sadece rengiyle ve şekliyle tanırız. Onun hakkındaki marifetimiz, bilgimiz dar bir çerçevededir. Ama, biyoloji eğitimi görmüş, bitki fizyolojisi üzerinde ihtisas yapmış bir kimse, onun hakkında daha kuşatıcı bilgilere sahiptir.
Bir mümin, ömrünün bütün dakikalarını, ilimle ve marifetullahda her an terakki etmekle geçirse, yine de sonunda söyleyeceği söz “ben seni hakkıyla tanıyamadım” olacaktır.
İslâm düşüncesinde ilmin bilginin kesinlik derecesi genellikle üç kategoride sıralanır. İlmelyakîn, Aynelyakîn, Hakkalyakîndir.
İlmelyakîn, bir şeyi ilim ve delil ile kesin olarak bilme, tanıma, kabul etme; aksi mümkün olmayan açık, kesin ve sağlam bilgi olarak tanımlanır.
Aynelyakîn, gözle görür derecede tam inanma; bir şeyin varlığını görerek, seyrederek ve algılayarak bilme anlamını taşır.
Marifet mertebesinin en yükseği olarak kabul edilen hakkalyakîn ise, bir şeyi yaşayarak, doğruluğundan şüpheye asla yer bırakmayacak biçimde kesin olarak bilme mânâsına gelir.
Bir örnek vererek bu üç bilgi mertebesini şöyle açıklayabiliriz.
Mesela, bir kişinin uzay mekiğini kitapta, televizyonda ya da internette görüp bilmesi ilmelyakîn derecesinde bir bilgidir. Eğer, özel bir dâvet sonucu NASA’yı ziyaret ederek mekiği yakından görmesi ve incelemesi gerçekleşirse edineceği bilgi aynelyakîn derecesine çıkar. Kişi bunun da ötesine geçip, uzay mekiğiyle fezaya yolculuk yapma imkânı bulduğu takdirde ise sahip olacağı bilgi hakkalyakîn derecesinde kesin bir bilgi olacaktır.
İnsan için en önemli ve en değerli bilgi olan tahkikî iman da ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça kuvvet kazanmaktadır. Çünkü hakkalyakîn derecesindeki bir iman yalnız akılda durmamaktadır; kalbe, ruha, sırra ve insanın birçok duygularına sirayet etmektedir.
Peygamber Efendimiz de bir duasında, Allah’ım! İmanı bize sevdir, gönüllerimizi onunla zinetlendir! Bizi küfür, azgınlık ve isyandan nefret ettir! Bizleri din ve dünya için faydalı olan şeyleri bilenlerden, doğru yola erenlerden eyle!”
(Ahmed, III, 424; Hâkim) buyurarak tahkiki imanı elde etme yolunda olmamız gerektiğini vurgulamıştır. Netice olarak yaratılış gayemiz; Kalbimizi iman ile
Söz, fiil ve hareketlerimizi de o istikamette süsleyerek yaşamaktır.