Mutlu olmak için uyandığım bir gün başlamadan nasıl mutsuzluğa dönüştü bir bilseniz… Biliyorsunuz gerçi, sağır sultan bile biliyor çünkü. Tembellik yapıp işe aracımla gitmek istedim, sonra aklıma motorinin 27 Lira 39 kuruş olduğu geldi. Aracımın anahtarını hızlıca bırakıp otobüse koştum. Araba var ama binemiyoruz çünkü, çünküsü malum…
Yolda işe giden onlarca kişi gördüm, onlarca asık surat, onlarca mennuniyetsiz, umutsuz insan… Gizli bir ip vardı sanki boyunlarında, sadece kendilerinin görebildiği. İpin ucu çekildikçe ona doğru hareket ettikleri, öğrenilmiş çaresizlik. Çalışıp çabalayıp elde kalan sıfırlarla dolu bir yaşam. Şehir değiştirmenin artık ülke değiştirmek gibi maliyetli olduğu, kimsenin tebdili mekânda ferahlık var mı yok mu diye test edemediği bir dönem. Ruhu sıkışmış onlarca genç, yaşlı, orta yaşlı insan…
Hepimizin içinde ölen bir dünya var, güzel günler görmeyi denedikçe daha çirkin günlerle karşılaştığımız bir dünya. Mutlu olmak için sebebi olmayanların hüzünlü dünyası. Yaşam kavgası, stres kaynağı dolu bir dünya. Yokluk dünyasının umutsuz nesli olduk biz… İnsanları izlerken hiçbir hevesimin kalmadığını anladım ve dilime bir Attila İlhan şiiri takıldı. Bu güzel şiiri sizinle de paylaşmak istiyorum…
An gelir
Paldır küldür yıkılır bulutlar
Gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
O eski heyecan ölür
An gelir biter muhabbet
Çalgılar susar heves kalmaz
Şatârâbân ölür
Şarabın gazabından kork
Çünkü fena kırmızıdır
Kan tutar tutan ölür
Sokaklar kuşatılmış
Karakollar taranır
Yağmurda bir militan ölür
An gelir
Ömrünün hırsızıdır
Her ölen pişman ölür
Hep yanlış anlaşılmıştır
Hayalleri yasaklanmış
An gelir şimşek yalar
Masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
Direkler çatırdar yalnızlıktan
Sehpada Pir Sultan ölür
An gelir paldır küldür
Her ölen pişman ölür
An gelir susar heves
Kan tutar tutan ölür…