Görünmez olmak… Bunu hangimiz istemeyiz ki. Çocukluk hayalidir birçoğumuzun görünmez olup yapmak istediğimiz şeyleri gerçekleştirmek. İnsan neden görünmez olmak ister ki? Neden kimden saklanmak ister? Ya da neden görünmez olduğunda, görünürken yapamadığı şeyleri yapmak ister? Görünmez olduğunda mı insan içinden ne geçiyorsa öyle yaşar? Bir kuş gibi, bir tüh gibi hafif mi olur insan, görünmez olunca daha mı yoluna girer her şey?
En son ne zaman görünmez olmak istediniz? Ya da görünmez olup ne yapmak istediniz? Görünmez olmayı gerçek manada mı istediniz yoksa yapıp ettiğiniz her konuda mecazi anlamda mı görünmez olmak istediniz?
Mesela ben gerçek anlamda görünmez olup el âlemi asla kaideye almayıp kendi keyfime göre yaşamak isterdim. Görünmez olup ihtiyaç sahiplerine yardım etmek isterdim, görünmez olup en şık yerleri pijamayla gezmek isterdim, görünmez olup özgürce yalamak isterdim, tabi ki benim özgürlüğüm başkalarının özgürlüğünü sekteye uğratacak şekilde olmamalıydı.
Ama ben bugün size mecazi anlamda görünmez olmanın faydalarından bahsedeceğim. Ölü taklidi yapmak da diyebiliriz buna, yaptığın iyi bir şeyi en yakının ile de olsa paylaşmama hali de diyebiliriz. Hayatımızdaki iyi şeyleri paylaşmaya eğilimli insanlarız, iyi bir şey olduğunda ya da iyi bir amaca yöneldiğimizde yakınlarımıza bunu söyleriz. Ve bin bir hevesle başladığım o işler asla olmaz, bunun sebebi nedir bilemiyorum ama gerçekten inandığım bir şey varsa o da toprağın filizlenmesi için karanlığa duyduğu ihtiyaç. Mesela bir meyvenin çekirdeğini yeni meyve oluşsun diye toprağa gömdünüz. Orada meyve olduğunu kimse bilmez. Orada neyin filizleneceğini de, o tohumun filizlenmek için toprak altında karanlıkta verdiği çabayı da. Eğer tohumdan birilerinin haberi olursa toprağı eşeler, merak ya bu toprakta kalıp karanlıkta beklemesi gereken tohum yerinde rahatsız edilir. Sonuç olarak da tohum büyümekten vazgeçer, kurur, yok olur gider.
İşte size bahsetmek istediğim iyilik hallerinin yok oluşu da aynı bu tohum gibidir. Başarılarınız gerçekleşmeden, hedeflerinize ulaşmadan paylaşıldığında bir şeyler oluyor ve hedefler yarım kalıyor. İstenilen noktaya gelinmiyor. Ben bunu yine eskilerden gelen bir sözle açıklamak istiyorum. Eskiler iyi bir durum ile ilgili konuşulduğundan, “Dillendirme” derler. Çok da haklı bir söylemdir. Yapılacak güzel bir iş, alınacak bir eğitim, kurulacak bir iş kısacası atılacak her hangi iyi bir adım gerçekleşmeden kimsenin bilmesine gerek yok. Kendiniz bilseniz kâfi. Adımınızı atıp sağlamlaştırdıktan sonra avaz avaz bağırabilirsiniz. Ama o noktaya gelene kadar sessiz kalmak aslında başarmanın yarısından çok daha fazlasıdır. Hani derler ya, “Sessiz atın çiftesi pek olur” kesinlikle öyle…
Hep derim kötü gün dostu bulunur. İş iyi gün dostu bulmaktadır. Kötü gününüzde müşkül gününüzde sizi arayan soran mutlaka olur. Yardım etmek için değildir birçoğu merakını tatmin etmek, içten içe sizin müşkül durumunuzdan mutluluk çıkarmak içindir. Ancak iyi gününüzde kimse sizi dinlemek istemez, mutluluk paylaşınca çoğalır falan durumları biraz hikaye. Mutluluk paylaştıkça birilerinin gözüne batar.
O yüzden iyi olan bir şey için adım attığınızda sessiz olup, vaktinizi bekleyin. Çünkü başarılar sessiz gelir. Etrafınıza bir bakın, en çok bağıranlar mı daha başarılı yoksa sessiz kalanlar mı? Hepimize hayırlı bereketli bir hafta olsun, yeni hafta yeni güzelliklerle gelsin.