Çağın hastalığı; Yalnızlık… Gerek gazeteyi yaparken karşılaştığım sağlık haberlerinde gerek günlük hayatta sıkça duyduğum bu konu üzerine konuşalım bugün.
Yalnızlık denilince aklıma negatif duygular geliyor. Eminim sizlerin de öyle. Yapılan bir araştırmada yalnızlığın insanlara ne çağrıştırdığı sorulduğunda verilen 3 cevabı söylüyorum şimdi size; en öne çıkan kelime yüzde 10 oranında “Huzur” oldu. Huzuru, yüzde 5 ile “Mutsuzluk” ve yüzde 5 ile “Hüzün” gibi kavramların takip ettiği görüldü. Katılımcıların yüzde 72’si daha ziyade yalnızlığı negatif bir duygu olarak tanımlarken, daha düşük düzeyde yani yüzde 28 oranındaki katılımcı ise pozitif bir duygu olarak tanımlamış.
Aslında kaliteli bir yalnızlığa hepimizin ihtiyacı var. Nedir kaliteli yalnızlık? Sizin tercih edebildiğiniz bir zaman diliminde işten eşten arkadaşlıklardan kısacası biz dışındaki her şeyden biraz uzaklaşmak, kendimizi dinleyebildiğimiz küçük bir mola, inziva olarak tanımlayabilirim kendimce.
Ama zorunlu yalnızlık biz sosyal varlık olan insanlar için pek de sağlıklı bir durum değil. İnsan, bireysel olduğu kadar toplumsal bir varlık. Haliyle dertleşmeye, konuşmaya ihtiyaç duyuyoruz. Biz kadınlar için arkadaşlarımızla vakit geçirmenin bir kahve eşliğinde gıybet yapmanın verdiği tadı ve faydayı bir psikoloğa gitseniz bulamazsınız. Ama gelin görün ki bu bahsettiğim araştırmada kadınların yüzde 40’ı, erkeklerin ise yüzde 26’sı kendini sıkça yalnız hissettiğini belirtti. Bu da çok enteresan geldi bana açıkçası. Konuşmayı, sosyal olmayı erkeklere göre çok daha sevdiğimiz aşikar bir gerçek iken nasıl ve neden kadınlar kendini daha yalnız hissediyor?
Sırf evlenmiş olmak için yapılan evlilikleri bir düşünelim. Her şey başta normal görünürken bir süre sonra kadının ve erkeğin omzuna binen sorumluluklar ve geçim sıkıntısı patlak vermeye başlıyor. Ruh eşi dediğimiz şey gerçekten var mıdır bilmiyorum ama çevremdeki evliliklere baktığımda evliliğe olan bakış açım değişiyor, soğuyor, uzaklaşıyorum bu düşünceden.
Elbette erkeklerin evlilikteki sorumluluklarını küçümsemiyorum fakat bir kadın düşünün ki işe gidiyor, işten eve geliyor bir de evin işleri onu bekliyor. Hayat müşterektir diyoruz evlenirken ama sonrası pratikte pek de öyle olmuyor. Çoğunluğa baktığımızda temizlik kadında, yemek kadın da çocuğun ihtiyaçları, dersleri kadında. Şimdi soruyorum siz erkeklere, kaçınız hanımıyla oturup bir çay eşliğinde günlerinin nasıl geçtiğini konuşuyor? Öyle erkekler gördüm ki bırakın çay içmeyi ailesiyle oturup bir tabak yemek bile yemeyen, yiyecekse hanımının hazırlamasını bekleyen çayını çorbasını kendi almaktan aciz.
Şimdi böyle bir evlilikte aynı evin içinde birbiriyle sağlıklı iletişim kuramayan, konuşamayan konuşsa da anlamayan insanlar topluluğundan öteye gidemiyor aile denilen kavram. Kadın yalnızlaşıyor, mutsuz oluyor. Mutsuz bir anne demek, mutsuz bir toplum demektir bana göre. Kadınların, çocukların, hayvanların mutlu olduğu yerde de çiçekler açar, baharlar gelir. Unutmayın…