Bu haftadaki yazıma geçen haftadan kalan “kendimiz olmak” yazımızdan devam edeceğim, kıymetli okurlarım. Osmanlı tarihi ile ilgili bir ansiklopedi okurken 4. Murat’ın yaptırdığı “Revan” köşkü dikkatimi çekmişti. Orada bir taht aramıştım. Ama padişah tahtta oturmuyordu. O resimde sedir üzerine oturmuştu. Bu incelik beni hayli düşündürmüştü.
Ben sanırdım ki padişah her zaman tahtında oturur. Oysaki taht; iki yerde kullanılırmış. Birincisi tören ve diğeri bayramlaşmalarda. Taht hazine malı olduğundan görev bitince, görevliler gelir hazineye tekrar tahtı götürürlermiş. Tahtın anahtarları dahi o görevlilerdeymiş.
Osmanlılar neden büyüktü? diye aklıma bir soru gelir bazen, bu soruyu hem cemaatime hem de okulda öğrencilerime sorduğumda aldığım cevap genelde “sınırları büyüktü” derler. Aslında hiç alakası yok biliyor musunuz sevgili okurlarım. Sınırları büyüktü ama tevazuları sınırlarından daha büyüktü. Bu tevazu örneğinin en güzelini Kabe’ye yapmış oldukları eserlerde görürüz. Kabe’nin Osmanlı zamanındaki resimlerini görürseniz daha iyi anlarsınız. İngilizler, Londra’daki saat kulesinin büyük bir numunesini Allah-u Teala’nın evin karşısına utanmadan dikebiliyorlar. Müslümanlar her zaman Filistin’e yapılan mezalimi, Irak’a, Suriye’ye yapılan mezalimi protesto eder de, günde beş defa yüzümüzü döndüğümüz, her yıl hac ve umrelerle Müslümanların gözbebeği olan Kabe’sine yapılan bu çirkinliği görmezden gelir. Hatta bazı zengin insanlar manzarası güzel diye Allah’ın beytine tepeden bakar. Yine Allah’ın peygamberlerinin gezdiği yerlere tepeden bakar ve bunu övünerek anlatırlar. Manzarası güzelmiş. Halbuki Osmanlı döneminde Kabe ne güzeldi. Çünkü onlar (Osmanlılarda) tevazu zirveyi yaşıyordu. 1926 dan sonra Osmanlı’nın bir takım eserleri Suudiler tarafından yıkılmış. Müslümanlar olarak kendimize karşı çok yıkıcı ve kırıcıyız öyle değil mi?
Dilimiz ve kavramlarımızda bile kendimizde değiliz. Mesela şuanda “kimlik” kelimesini ele alırsak. Ali’nin kimliği, Veli’nin kimliği vb. Biz bu kimlik kelimesini kullanıyoruz. Peki biz bu “kimlik” kelimesi yerine önceleri kullandığımız kelime “hüviyet” kelimesi değil miydi? Polis kimliğini verir misiniz yerine hüviyetinizi verir misiniz dermiş. Peki, nereden geliyor “hüviyet”. Kelimesi. Aslı hüviyet = hüve ( O ). Yani “O”. O olma hali. Yunanca ve İngilizce kelimelere bir göz atarsak inceliği fark edeceğiz. Onlar (İngiliz ve Yunanca) “identity=id (O). Yani O olma hali. Görüyor musunuz nasılsa aynı anlamları ifade ediyor. Şimdi ise bizler diyoruz ki “kimlik”. Kim=lik kelimesi neyi ifade ediyor. Soru edatından kelime türetmişiz. Soru edatından kelime türetilmez. Soru muallaktır. Müspet(net) değildir. Kelime müspet kelimelerden üretilir.
Her kelime bir kavramdır. Her kavram bir anlamdır. Kelimeyi yok edince kavram yok olur. Kavram yok olunca anlam yok olur. Bu konuyla ilgili bir misal verecek olursak. Mesajla bizler “terbiyesiz” kelimesini fazla kullanmıyoruz. Yanlış hareketlerini gördüğümüz kişilerde kullandığımız kelime “eğitimsiz” kelimesidir. Eğitimsiz kelimesinin terbiyesiz kelimesiyle arasında fazla bir bağ yoktur. Kavram yok olunca anlamda yok olur. Terbiye yok olunca zaten terbiyeye kelimesine ihtiyaçta kalmıyor.
Önce kelimelerimizi ve kavramlarımızı ihya edelim sonrada anlamlar yerini bulur. Selametle…