Haftalarca açmak için çabalarsın, zaman alır, yol alır yorgun düşersin. Tam olgunlaşıp muhteşem güzelliğinle dünyaya merhaba diyecek olursun. Bir de bakarsın gövden seni taşıyacak güçte değildir. Zamanında, uğrunda emek verip hevesle beklediğinde kayıp gider. Seni taşıyamayan bedene sadece yük olursun, düşer kurursun… Açtığın çiçek uğruna tükettiğin ömrün, yok olur, kayıp gidersin…
Doğa olaylarını detaylı incelediğinizde kendinizi bulacaksınız. Uzun süredir çiçek açmasını beklediğim kaktüsümden bahsedeceğim size. Küçücük gövdesiyle devasa çiçek açmaya çalışan kaktüsümden. Bahar gelip güneş ışıklarını içine çektiği günden beri bir heyecanla tomurcuklanmaya başladı. Su verdikçe kana kana içti, sanırsın bahar bir tek ona geldi… Onun bu heyecanına tanık oldukça ben de beklemeye başladım. Tomurcuk attı dikenlerinin arasından, tüylü minik minik bir çıkıntı. Her gün o küçük tüy topağı biraz daha büyüdü. Bir sabah uyandığımda uzun bir sap halini aldığını gördüm. O minik sap aylarca çiçek açmak için çabaladı. Kaktüs ve bedeninde büyüttüğü çiçek sapı birbirlerine o kadar tezat duruyorlardı ki onlara şaşırmamak elde değildi. Sap, bir buğday başağı gibi baş vermeye başladı. Bu seferde günlerce o başağı büyütmeye çabaladı…
Ve o gün geldi. Aylarca süren, çabanın emeğin sonucunun alınacağı gün… Kaç saniye gövdesinde tutunarak kaldı bilemiyorum, belki 5 belki 10 saniye… Öyle bir devasa çiçek açtı ki o başağın içerisinden balkon sanki gelinlik giydi, aydınlık sardı her yanı. Daha önce hiç görmediğim güzellikte içi detaylarla dolu bir çiçek. Ayrıntıları, yapraklarındaki renk geçişleri, dokusu, kokusu, pudralı püskülü… Ona emek veren kaktüs onu bedeninde tutamadı. Saniyeler içerisinde bedenden koptu, yanının üzerine düştü, ezildi, heba oldu…
Neşesi kaçtı kaktüsün, onca zaman emek verdiği çiçeği, sadece saniyelik bakabildi vücudunda. Belki o kadar özenmeseydi, daha küçük gövdesine uygun bir çiçek büyütseydi onunla günlerce kalabilecekti…
İşte aslında dün gözlemlediğim bu çiçek tam olarak biz değil mi? Bizlerde en iyisi olsun, doğru zamanı gelsin, şimdi değil daha sonra, bu yarım tam olsun diye diye neleri ertelemiyoruz ki? Ertelediğimiz şeylere kavuştuğumuzda neleri kaybetmiyoruz ki? Gövdesine sığmayan bu kaktüs çiçeğinden ne farkımız var? Olsunlarımız olsun diye kaybettiklerimiz, hiç olduklarımız, yok olduklarımız…
Kaktüsün elinden giden neyse ki sadece bir çiçek. Ama bizlerin elinden kayıp giden bir ömür, bir yaşam. Kaktüsün yeni sezon da aynı çiçeği, aynı dokuyla açma şansı var, ama bizim ne aynı yolu gidecek gücümüz ne de aynı zamanı geri getirecek imkânımız var. O yüzden diyorum ki gövdenize göre çiçek açmayı bilin, ne daha fazlası olmaya çabalayın, ne de daha azı… Önce kendinizi bilin, kendini bilen, kendini keşfeden en ortada olan insandır.