2019 yılı içerisinde Çin’de ortaya çıkan ve sonrasında tüm dünyayı etkisi altına alan COVİD-19 pandemisi bugüne kadar 187 milyon kişide görülmüş ve 4 milyon kişinin hayatına mal olmuştur. Salgının bu ağır sonuçları tüm toplumları hastalıkla savaşmaya mecbur kılmıştır. Kuşkusuz bu savaşın ilk hamlesi de aşı bulma isteği olmuştur. Bu istek toplumda olumlu etkisi kadar olumsuz tepkilere de yol açmıştır. Dünya genelinde özellikle sosyal medyanın da etkisiyle birçok aşı karşıtı kampanya düzenlenmiş ve düzenlenmektedir. Bu durum aşı karşıtı kampanyaların salgınla mücadeleye olumsuz etki yaptığı yöndeki görüşlerin daha yüksek sesle dillendirilmesine neden olmuş ve zorunlu aşı tartışmalarının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Aşı karşıtı kampanyalar aşılamanın zorunlu tutulup tutulamayacağı tartışmalarını beraberinde getirmiştir.
Yaşama hakkı insanın en temel hakkı kabul edilerek ulusal ve uluslararası ölçekte korunmaya mecburdur. Bunun yasal tezahürü olarak da gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gerekse Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ilk temel hak olarak yaşama hakkını düzenlemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 17.maddesinde “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.” düzenlemesi mevcuttur. Bu düzenlemeler ışığında hiç kimse rızası dışında tıbbi bir tedaviye tabi tutulamaz. Bu hususta önemli olan bireyin kendi iradesidir. Aşı karşıtlığı ve aşı zorunluluğu tartışması ise tam olarak bu noktada doğmaktadır. Aşının virüsün yayılmasının önüne geçtiği, bulaşı yavaşlattığı, hastaneye yatış sayısını düşürdüğü, ölümleri azalttığı sağlık çalışanları tarafından sık sık dile getirilmektedir. Bu noktada temel konu ortaya konulan bu yararların toplum menfaatini bireyin iradesi önüne koymaya tek başına yeterli olup olmayacağı noktasındadır. Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Toplum sağlığı noktasında ülkemizde yürürlükte bulunan düzenlemeler Umumi Hıfzıssıhha Kanunu kapsamında mevcuttur. İlgili Kanunun 72.maddesine göre yine bu kanunda belirtilen hastalıkların mevcut olması halinde hasta olanlara ya da hasta olduğundan şüphelenilenlere rızaları dışında aşılamanın yapılması mümkündür. Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 1930 yılında yürürlüğe girmiş olup koronavirüse karşı herhangi bir düzenleme içermemektedir. Dolayısıyla kanundaki bu zorunlu aşı maddesinin koronavirüs için tatbik ettirilmesi yasal olarak mümkün değildir. Kaldı ki koronavirüs aşıları hasta olanlara yapılmamakta, hasta olmayı engellemek için yapılmaktadır. O halde mevzuatımızda şu an için aşıyı zorunlu kılacak herhangi bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Dolayısıyla ilk olarak aşı zorunluluğu noktasında yasallık ilkesinin eksik olduğu açıkça görülmektedir.
Toplumda dile getirilen bir diğer husus da aşı olmayanların cezalandırılması noktasındadır. Değinildiği üzere aşı zorunluluğu noktasında mevzuatımızda herhangi bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Ceza Hukukunun temel prensiplerinden olan kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi uyarınca mevcut yasal düzenlemeler ile aşı olmayan kişilere ceza tatbik ettirilmesi mümkün değildir. Kaldı ki böyle bir düzenlemenin varlığının anayasal hak ve özgürlüklere ne kadar uygun olacağı tartışmaya açıktır. Ceza yasalarında aşılanmama suçu şeklinde düzenlenecek bir yaptırım toplumun aşı olmamayı seçen büyük bir kesiminin cezalandırılmasına sebebiyet verecektir.
Aşının mevcut şartlarda toplum sağlığını koruma noktasında olmazsa olmaz olduğu tartışmasızdır. Toplumsal sağlığın korunması toplumun tamamının ya da büyük bir kesiminin aşılanması ile mümkün olacaktır. Toplumda sorgulamaya neden olan nokta zorunluluk olmadan aşılamanın ne şekilde yaygınlaştırılacağıdır. Bu noktada ileri sürülen ilk fikirler belirli özgürlükleri kısıtlama noktasında olmaktadır. Aşı olmayan kişilerin kamu kurumlarına, kapalı alanlara, okullara alınmaması, seyahat özgürlüklerinin kısıtlanması, kültürel faaliyetlerine sınırlama getirilmesi toplumda dillendirilen kısıtlama tedbirleri olmuştur. Ancak tüm bu örnekleme yolu ile sayılan faaliyetler de birer anayasal hak olup sınırlaması ancak hakkın özüne dokunmadan yasal yolla mümkündür. Görülmektedir ki aşılanmama suçu ya da aşılanmama yaptırımının ortaya çıkarılması ancak yasa koyucunun yeni düzenlemeleri ile mümkün olacaktır. Mevcut düzende aşı olmak ya da olmamak kişi iradesinin sonucudur. Toplum sağlığını toplum bilincinden ziyade bireysel iradeye bırakmanın ne gibi sonuçları olacağını ise salgının seyri bizlere gösterecektir.